HAMDİ YILMAZ – Hakanî Sisteme dönüş sancısı
Türkiye Cumhuriyeti’nin 62’inci hükümetinin programını irdelerken bir kez daha Samiha Ayverdi’yi hatırladık. Ayverdi, Meşrutiyet dönemini anlatırken, “bizdeki inkilâplar hep hakanî olmuş ve halktan, şuurlu bir iştirak görülmemişti” diyor. ‘Hakanî’ kelimesine özellikle dikkatinizi çekmek isterim.
Ayverdi, her ne kadar “hakanî” diyorsa da siz onu ‘başkanî’ olarak algılayabilirisiniz. Bizde birileri hep lûtuf buyurarak haklarımızı vermiş veya inkilâplar yapmış. Halkın bu yönde bir uğraşı ve çabası yada başarısı olmamış. Aslında olması istenmemiş, olmasına da fırsat verilmemiş.
Devletin en güçlü olduğu, lalezarlarda keyif çatıldığı dönemlerde bile halkın sırtında sopa kaldırılmamış, kimsenin başını dikleştirmesine fırsat verilmemiştir. Gül bülbül edebiyatı ile Sadabâd’da sanatın zirve yaptığı dönemlerde bile devletin asli unsuru Anadolu’da, Canikoğullarının, Çapanoğullarının yada bilmem ne oğullarının insafına terk edilmişti.
Neyse biz yine Ayverdi’ye dönelim.
Ayverdi, 1877’de Parlamenter sistemi getiren kadronun kifayetsizliğini ve tepeden inmeciliğini anlattıktan sonra ilave ediyor;
“Eğer parlamenter rejim, böyle fikirsiz, felsefesiz, mantıksız bir açıdan değil de, memleket gerçeklerinin zorladığı doğal ve gerçek yönden gelmiş olsaydı, üstümüze geçirilen zehirli bir yılan derisi değil, ölçüsü ölçümüzü tutan bir kaftan olacaktı”. Meclisi Mebusan’ın ilk toplandığı 13 Aralık 1877’den bu yana parlamenter sistem üzerimize dar geliyor.
Ayverdi, Meclusu Mebusan’ın açılışını anlatırken de, “gayesi gizli, kaynağı belirsiz, çılgın bir meserretle sokaklar coşup, taşıyor, meçhul kimseler tarafından ellerine bayraklar verilen baldırı çıplakların yaygaraları şehri inletiyordu. Bir kütle feverânı bütün insanları sarmış, dostu düşmanı sanki birbirine kardeş kılmıştı.
Öyleki İngiliz sefirinin arabasının atları çözülüyor, araba göstericiler tarafından çekiliyor, konsoloslukların önünde dostluk ve kardeşlik gösterileri yapılıyor; açık arabalara bindirilmiş papazlarla imamlar yol boyunca birbirlerini kucaklayıp öpüyorlardı.”
Hatırlayın bakalım, daha yeni sayılabilecek bir tarihte 17 Aralık 2004’de Ankara’da yaşanalar 13 Aralık 1877’de İstanbul’dan yaşananların tıpatıp aynısı değilmiydi?
“17 Aralık 2004’teki Brüksel Zirvesi’nde AB’den müzakere tarihi alan Türkiye’de neredeyse bir bayram havasının hâkim olduğunu hatırlıyoruz.
Brüksel’den dönen heyetimiz için kutlamalar tertip edilmiş, sanki Türkiye AB’ye girmişçesine açıklamalar yapılmıştı. Türkiye’deki bütün gazeteler haberi tam boy, birinci sayfalarından vermişlerdi.”
Sonra ne oldu? Bundan sonra ne olacak? Bırakın halkı, bu soruları irdeleyecek mecal ve beceriye sahip aydın kitlemiz bile kalmadı.
(Bu yazı 3 Eylül 2014 tarihinde yayımlanmıştır)