HAMDİ YILMAZ – „DÂVÂNIN MÂHİYETİ”
„Bu dâvâ, savcının iddiaya uğraştığı gibi yeni bir rejim ve
yeni nizam kurmak dâvâsı değil, T…….. düşmanlarının yaygarasına aldanarak
kuruntuya kapılanların hiç yoktan ortaya attıkları bir ‚açık kapıları zorlama’
dâvâsıdır. Bu dâvâ; gizli cemiyet, şifre, parola, telsiz, hükûmet darbesi,
vatan ihaneti gibi efsanelerle dünyayı velveleye veren şahsî düşmanlarının, boş
ve hayâlî iddialarını zorla ispat etmek için mâsum insanlara, gerçek
yurtseverlere savurdukları iftiraların dâvâsıdır.
Savcı K.A.’ün, t……… dâvâsını anlaşılmaz bir taassupla ne kadar yanlış bir
zaviyeden gördüğünü, iddialarının ne kadar çürük olduğunu belirtmek, bunun
sonunda da müdafaa hakkımı gereğince kullanmak için, iddiasının mahiyetini
açığa vurup mahkemenin ve bütün dünyanın önüne sermek icap ediyor.
Savcı yerinde duran bu adam her şeyden önce yazılı
vesikaları tahrif etmiştir: Ben „bedava broşür verelim” diyorum, o bunu „gizli
broşür” şekline sokuyor.
Ben „Türk illerinin dünkü, bugünkü sınırları” diyorum, o bunu „yarınki
sınırlar” diye tahrif ediyor.
Ben „millî ülkülerin üçüncü merhalesi cihanı kaplamaktır” diyorum, cihanı
istilâya kalkıştığımızı ilân ediyor. „Ölmüş devlet reisinden” bahsediyorum,
„ölmüş reisicumhur” hâline getiriyor.
Ne ben acemi bir lise talebesiyim; ne de o benim tahrir
vazifelerimi düzelten bir edebiyat öğretmenidir. Taşıdığı soyadı bile yanlış
olan öğretmenler benim yazılarımı düzeltemez.
Kâzım Alöç yalnız metin tahrifiyle kalmamıştır: Almanlar ve İtalyanlar
aleyhindeki manzum ve mensur yazılarım kendisince malûmken ve Almanların
Balkanlara inerek Türkiye’ye saldırmalarına muhakkak diye bakıldığı bir zamanda
yazılmış olan vasiyetnamem kendinin önünde iken, hele bu vasiyetnamenin oğluma
ait bölümünde Almanlar ve İtalyanlar da millî düşmanlarımız arasında
sayılmışken bana faşist taklitçisi (Son Tahkikat s.31) diyerek metni tahriften
daha kötü bir hakikat tahrifine tenezzül etmiştir.
Dâvâ dosyasındaki mektupları görebilseydim daha birçok tahrif örnekleri verebilirdim. Fakat bu kadarı da ispat ediyor ki Savcı Kâzım suç teşkil etmeyen yazılarımızı beğenmediği için bunlarda küçücük değişiklikler yapmakta mahzur görmüyor.
Esasen savcı Kâzım hiçbir şeyi beğenmiyor. Ona göre bizim
her hareketimiz bir suç teşkil ediyor: Doktor Hasan Ferit suçludur, çünkü
dargınları barıştırmıştır. Orhan Şaik, o da suçludur, çünkü dargınları
barıştırmamıştır.
Zevcemin „sıhhatini bildir” diye çektiği telgraf suçtur. Onun için bu telgraf
suç delili olarak dosyaya konmuştur. Orhan Şaik’le birlikte Malatya ve Edirne’de
bulunuşum da suçtur ve Orhan’ın „Malatya’da beraberdik” deyişi bir itiraftır.
Bu zihniyet ve mantığa göre hakka yakın olmak için Kâzım Alöç’den ırak olmaktan başka çıkar yol kalmıyor demektir ki o da bizim ihtiyarımız dahilinde değildir. (Hüseyin N. Atsız – 3 Mayıs 1944)
***
Bilmem açıklamaya gerek var mı? 3 Mayıs 1944’den bugüne hukukumuzda ne değişmiş? Bilen bilmeyene anlatsın.
(Bu yazı 11 Temmuz 2010 tarihinde yayımlanmıştır)