Türkiye’nin Avrupa serüveni 70 yaşında
* 5 Mayıs ise modern Avrupa’nın inşası ve Türkiye’nin “Avrupalı” kimliğinde son derece önemli bir gündü
AVRUPA KONSEYİ
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın yeniden inşasının belki de en önemli adımı, 16’ncı yüzyılda İngiliz kralı 8. Henry tarafından Londra’da yaptırılan Saint-James Sarayı’nda atıldı. Savaş ertesinde Batı Avrupa devletlerini bir çatı altında toplayacak Avrupa Konseyi’nin kurucu antlaşması, 5 Mayıs 1949 tarihinde bu sarayda düzenlenen Londra Konferansı sırasında imzalandı. Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda, Danimarka, İsveç, Norveç, İrlanda ve Lüksemburg, 1948’de gerçekleşen Lahey Kongresi’nin en önemli kararı olan “bir Avrupa Konseyi kurulması” hedefini gerçeğe dönüştürüyor; demokrasi, insan hakları ve hukuk devletine saygıyı Avrupa kıtasının temel değerleri haline getiriyordu. Amaç bir yandan Avrupa kıtasında yeniden savaş yaşanmasını önlemek, diğer yandan da Batı Avrupa devletlerini “komünist tehdide” karşı örgütlemekti.
KURUCU ÜYE TÜRKİYE
Türkiye ve Yunanistan da Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olarak Londra Konferansı’nda yer almak istedi, fakat kuruluş çalışmaları hızlandırıldığından bu taleplere olumlu yanıt verilemedi. Londra’da imzalar atılmadan bir gün önce düzenlenen kurucu konferansın tutanaklarına, “Konferans; Türkiye ve Yunanistan hükümetlerinin Avrupa Konseyi’nin kurucu üyeleri olmak amacıyla yaptıkları başvuruları not etmiştir. İmza tarihini geciktirmemek için bu başvuruları incelemek mümkün olamamıştır. Ancak kapsamlı bir görüş alışverişinin ardından bu iki devletin adaylıklarının kabul edilebileceği görülmüştür. Konunun, tüzüğün dördüncü maddesi gereği, Bakanlar Komitesi’nin oluşumunun hemen ardından ele alınmasında mutabık kalınmıştır” notu düşüldü.
Avrupa Konseyi’nin karar organı olan Bakanlar Komitesi’nin 9 Ağustos 1949’da Strasbourg’da gerçekleşen ilk toplantısında Türkiye ve Yunanistan’ın üyelikleri kabul edildi. İki ülke bu kararla Avrupa Konseyi toplantılarına daha ilk günden katılmaya başladı. Bu nedenle ilerleyen yıllarda “kurucu üye” olarak anılmaya başlandılar. O günlerde Almanya, Avusturya, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin adları yeni Avrupa’yı inşa edecek Avrupa Konseyi’nin üyeliği için telaffuz dahi edilmiyor, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ise sadece “düşman” olarak görülüyordu.
CHP VE DP’NİN “AVRUPA” İDEALİ
Türkiye’de o tarihlerde siyaset dünyasında Avrupa (Batı) yönelimini destekleyen geniş bir mutabakat mevcuttu. İktidardaki CHP ile yeni kurulan Demokrat Parti (DP) içinde “Avrupa federasyonu” fikrine sıcak bakanlar dahi vardı. Hatta İstanbul’da “Avrupa ve Dünya Federasyonu Fikrini Yayma Cemiyeti” adlı bir dernek de kuruldu. Avrupa fikrini yaymak için TBMM bünyesinde parlamenter grubu oluşturuldu. Bu grupta TBMM Başkanı Ali Fuat Cebesoy, Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, Bayındırlık Bakanı Nihat Erim, Adalet Bakanı Fuat Sirmen, İletişim Bakanı Kasım Gülek, eski Başbakan Şükrü Saracoğlu, DP İstanbul vekili Fuat Köprülü ve DP Kütahya vekili Adnan Menderes gibi isimler de vardı.
KASIM GÜLEK FAKTÖRÜ
Kasım Gülek Ağustos 1949’da Türkiye’nin Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’ne (AKPM) gönderdiği ilk heyetin başkanıydı. 1960’lı yılların sonlarına kadar AKPM üyeliği yaptı. Hareretli bir Avrupa idealistiydi. 17 Ağustos 1949’da Strasbourg’da düzenlenen “Avrupa’nın Siyasal Yapısında Değişiklikler” başlıklı genel kurul oturumunda söz alıp, “Avrupa egemenliği” fikrini savundu: “Avrupa Birleşik Devletleri kurulması ödünler getirecek ve sadece avantajları olmayacaktır. Bu ödünlerin başında egemenlik gelmektedir. Fakat bu ödün, uluslararası kuruluşlarda devletler arasında imzalanan anlaşmalarla zaten kabul edilmiştir. Hiç şüphesiz, dünya uluslarının kimi sorunları çözmek için bir araya gelmeleri gerekiyorsa, egemenlik haklarının bir bölümünden vazgeçmeleri de kaçınılmazdır. Mutlak egemenlik fikri kaybolmakta, yeni bir egemenlik düşüncesi doğmaktadır. Biz de Avrupa egemenliğine yönelmeliyiz…”
Gülek böyle diyordu ama 1950’li yılların başlarında Türkiye’nin bugün Avrupa Birliği olarak anılan AET’ye (Avrupa Ekonomik Topluluğu) katılmasına pek sıcak bakmayan Türk parlamenterler de vardı. DP milletvekili Osman Kapani, 28 Kasım 1951 tarihinde AKPM genel kurulunda yaptığı konuşmada, “İçinizden bazıları, çekirdeğini Fransa, Almanya ve İtalya’nın oluşturacağı kıtasal bir federasyon kavramını savundu. Türkiye’nin böyle bir federasyona katılımının imkansız olduğunu söylemek zorundayım… Fransa, Almanya, İtalya ve belki de Benelüks ülkelerinden oluşan kıtasal bir blok, stratejik çıkarları Alpler ve Ren havzasını savunmaya dayalı uyumlu bir birlik olacaktır, şüphesiz. Türkiye’nin kaygıları ise başkadır. Coğrafya ve tarih tarafından dikte edilen bu kaygıların daha genel yönleri bulunuyor. Buna karşılık İngiltere, İskandinav ülkeleri ve tüm Avrupa Konseyi ülkelerini kapsayan bir federasyon veya bir Atlantik federasyonu oluşursa Türkiye sanırım tereddütsüz biçimde bu oluşuma katılacaktır” diyecekti.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA VİZYONU
Türkiye o tarihlerde İngiliz-İskandinav vizyonlu, ulusal egemenliklere pek dokunmayan bir Avrupa taraftarıydı. Ancak, Kıbrıs sorunu nedeniyle Birleşik Krallık ile arası açılan Yunanistan’ın AET’yle yakınlaşıp ortaklık anlaşması imzalaması Ankara’nın da tutum değiştirmesine neden oldu. Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg 25 Mart 1957’de Roma’da AET’yi kurmuştu. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığını yürüttüğü Nisan 1958’de Strasbourg’da yaptığı konuşmada, “Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun gerçekleşmesini görmekten sevinç duyuyoruz. AET Avrupa’nın diğer ülkelerine kucak açarak Avrupa ekonomik entegrasyonunu güvence altına almalı ve kendini tamamlamalıdır” ifadeleriyle AET’ye dahil olmak istediklerini ilan edecekti.
(Kayhan Karaca / Strasbourg –DW)
*Devamı Yarın