Hamdi YILMAZ – Ölülerle dirileri toplamak ve sonra bununla övünmek!
Aslında bugünkü manşet haberimizi değerlendirmek için klavyenin başına geçtim.
Romanya’daki yabancı şirketlerle ilgili rakamlara tercümanlık yapacaktım.
Daha doğrusu bizim politikacı ve bürokratların, gerine gerine “Romanya’da 15 bin Türk firması var!” deyişlerindeki hitmetin ne olabileceğini size soracaktım.
Haberimizde görüleceği üzere Romanya’da yabancıların kurduğu her üç şirketten ikisi ölmüş, diğer bir ifade ile yabancıların kuruuğu her yüz şirkeketten 36’sı yaşıyor. Oysa aynı Romanya’da Türklerin kurduğu her yüz şirketten 15’i yaşıyor, 85’i ölüyor.
Ve bizim politikacılarımız, bu ölü firmalarla yaşayan firmaların sayısını topluyor sonra da övünüyorlar.
Haksızlık etmeyelim sadece politikacılar mı? Sivil toplun kuruluşlarımızın yöneticileri de öyle.
Onların övünmek için görüp de benin göremediğim neydi bu ölüyle diriyi toplama işinde?
Ölülerin koydukları sermaye olabilir miydi? Ki o da ortaya çıktı 730 milyon dolar. Oysa firmalarımızın cirosu 6 milyar euroya yaklaşıyor. Övüneceksek, bununla övünelim. Niye ölmüşlerin 730 milyon doları?
***
Beynimde istatistik ilmiyle nasıl oynanır, rakamlarla toplum nasıl uyutulur gibi sorular da vardı.
Haberin başlığını da, “Romanya yabancı şirket mezarlığı gibi” koymuşuz.
Sonra kendimi sorguladım, “niye olumsuz çağrışım yaptırıyorsun?”
Pekala, “Romanya’da 224 bin yabancı şirket kuruldu” da diyebilirdin..
***
Diaspora adına, Türkiye’nin iç politikasına girmemeye çaba göstersek de, bazen ziyaret ettiklerimizden “Türkiye yanıyor, sen neden bahsediyorsun?” diye bizi haşlayan vatandaşlarımızı dinleyince bocaladığımız da olmuştur..
Demem o ki, biz rakamlar ve yasaları nasıl yorumlarsak yorumlayalım, kimi ne kadar iknâ edersek edelim, gerçeklerin olağan seyri değişmiyor.
Mademki Türkiye’de şimdi hakimler tartışılıyor, Biz de eski ama eskimeyen ikinci bir yazı ile ışık tutalım. Belki, bu yazıdaki konulara da açıklık getirmeye yardımcı olur..
***
İKİNCİ YAZI
Anayasa değişikliği için hazırlıklar ve tartışmalar son hızla ilerliyor. Biz bu konuyu 2011 yılında genel seçim arefesinde Anayasa Mahkemesi Başkanı ile Bükreş’te konuşmuşuz. İşte o konuşmanın 26 Mayıs 2011 tarihinde yayımlanmış izlenimleri, belki faydası olur.
***
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın Bükreş’te olduğunu dün yazmıştım. Basın toplantısında kendisine, Dünyanın en iyi yazılı anayasa metninin dağılan Sovyetler Birliği’nin Anayasa metni olduğunu, İngiltere’de ise yazılı bir Anayasa’nın hiç bulunmadığının söylendiğini hatırlatarak fikrini sordum.
Kılıç, anayasalarla ilgili yorumlardan çok, yorumu yapan kişilerin önemine dikkati çekti. “Yorum kamu vicdanına uygun olmalıdır” dedi. Hakim ve yargıçların yorumlarının anayasaları yaşanır hâle getireceğini söyledi. Yargıçların tutum ve davranışları üzerinde durdu.
15’inci Avrupa Anayasa Mahkemesi Başkanlar Konferansı dolayısı ile Bükreş’te bulunan Kılıç’a, Türkiye’de seçim sonrası için yapılan anayasa tartışmalarını hatırlatarak, bu konunun diğer ülke başkanları tarafından kendisine sorulup sorulmadığını da sordum. Bir kaç başkan sormuş.
Bu noktada kendilerinin anayasa değişikliği ile ilgili hazırlıkları olup olmadığı sorusunun sorulması üzerine, “Anayasaların temel görevi, insanların onurunu korumaktır. Anayasa insan onurunu koruyamıyorsa o anayasa yoktur. Her insanın onuru aynıdır” diyerek, altı milyar insanın onurundan bahsetti. “İnsan onuru hak ve özgürlüklerin toplamıdır. Anayasaya çoğunluk değil, çoğulculuk hakim olmalı” dedi. Yeni anayasa çalışmalarını yapacak siyasi partilerin bu anlayışla hareket edeceğini umduğunu söyledi. Anayasa’yı yorumlayan kişiler olarak kendilerinin bu tartışmalara girmeyeceklerini ve sessizce bekleyeceklerini söyledi.
***
Kılıç, yakında 50’inci kuruluş yılını kutlayacakları Türk Anayasa Mahkemesi’nin çok deneyimli ve birikimli olduğunu belirtti. Türk Anayasa Mahkemesi’nin Avrupa’da kurulan 4’üncü anayasa mahkemesi olduğunu söyledi. Kararları itibarı ile Türk Anayasa Mahkemesi’nin zengin olduğunu kaydetti.
Kılıç soruları cevaplandırırken, kendimi hukuk fakültesi öğrencisi gibi hissettim. Kılıç’ın anlatıkları her teorik ders gibi hayattan ve Türkiye’de yaşanan gerçeklerden kopuktu.
(Bu yazı 7 Ocak 2013 tarihinde yayımlanmıştır)