HAMDİ YILMAZ – Türkiye Cumhuriyeti ve bizler

1960’lı yılların sonları..

Doğduğum ve 10’lu yaşların başında bulunduğum o yıllarda köylülerimiz 7 kilometre uzaklıktaki Mucur pazarına (önceleri Çarşamba sonra Cumartesi günleri) ve 13 kilometre uzaklıktaki Kırşehir pazarına (Pazartesi günleri) hayvanla veya üstü açık kamyon kasalarında giderlerdi.

Çıplak dağların eteğinde oluşundan dolayı arazisi de pek verimli olmayan köyümüz insanlarının nasıl geçinebildiklerine başka yerden gelen kamyon sahiplerinin hayret ederek kendi aralarında bu konuyu konuştuklarını duyardım..

1950’li yılların başbakanı Adnan Menderes’in evinde bir bardak çay içişini anlatan Salih Amca’nın konuşmalarının dışında, babamın amblemi koç olan Turhan Feyzioğlu’nun Güven Partisi’ne oy verdiğini hatırlamanın (1969 olmalı) ötesinde hafızamda o yıllara ait politik bir anı yok..

Köyümüze üç kilometre ötedeki Kayseri -Ankara karayolunun kenarında kuzu koyun otlatırken, geçen arabalara özellikle de otobüslere bakar, içlerindeki insanları düşünür, “Allahım ne olur şimdi o otobüsün içinde olsaydım” diye dua ederdim..

Dünyaya kapalı, gazetenin girmediği, köylülerin ‘Radyoda konuşanları görecekmişiz’ diye konuştuğu o yıllarda, radyonun akşamları 19 ‘acensi’ne özenir; Bozkır’ın kucağında ve zihnimde kurduğum radyoda kendi kendime, “Burası Yeşilyurt Köyü Radyosu sayın dinleyiciler” diye başlayarak haberler sunardım kurda kuşa..

***

Yazanı yada anlatanı seveyim, sevmiyeyim insan otobiyografilerine karşı yoğun ilgi duyarım.

Benden 2-3 yaş büyük olduğu anlaşılan Başbakan Binali Yıldırım, otobüs direksiyonunda Hollandalı gazeteciye çocukluk günlerini anlatıyor:

“Erzincan Kayı Köyü’nden Topal Dursun’un oğluyum. Anam 1971’de genç yaşta öldü. Babam celepçilik yapardı, ben de ona yardım ederdim. Tarlalarda biçmek, ekmek için babama yardım eder, bazen okula gitmezdim. Yazın tarla biçerken uçaklar geçerdi. ‘Uçaklarda acaba kimler var, nereye gidiyorlar, keşke ben de içinde olsam’ diye düşünürdüm, çok merak ederdim. Hatta uçak gözden kaybolmasın diye, sırt üstü yatar seyrederdim.”

***

Başbakanın anılarını ilgiyle okudum. Biz uçak görmezdik.. Gökyüzünde yol gibi beyaz bir sis görürdük.. ‘Sis uçağı geçti’ diye de konuşurduk.. Başbakan’ın uçağın içindekileri merakına karşı bizim otobüs içindekileri merakımız belki de bundandır.

O Türkiye, O Devlet ‘Kırşehir Sanat Enstitüsü birinci sınıfta iken hiç bir talebim olmadığı halde 8 ay bana karşılıksız öğle yemeği verdi.

Sınava grime şartlarını taşıdığım ve kazandığım için üç yıl Kayseri Teknisyen Okulu’nda (sonraları Teknik Lise) beni yatılı okuttu.

Yine birinci sömestrede başarılı olma şartını taşıdığım için 4 yıl boyunca da yüksek öğrenimimde ayda 500 TL burs verdi. (O 500 liranın 250’sini kiraya, 75’ini belediye otobüsüne verir kalan 175’i ile de bir ay geçinirdim.).

Bu sayede teknik öğretmen, mühendis, gazeteci oldum. Kayı Köylü Binali de Başbakan oldu. İslamköylü Süleyman da, öğretmen çocuğu Turgut da Cumhurbaşkanı oldu. Aristokrat çocuklarının okuduğu Robert Kolejli Bülent de başbakan oldu.

***

Kimse küresel güçlerin taşeronu Fetullah Gülen soysusuzun şürekası gibi bizim sorularımızı çalarak hakkımızı yemedi.

Elbette “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar” Türkiye Cumhuriyetin gerçek koruyucularıdır…

Elbette ‘Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” (Sonsuza kadar hür ve bağımsız yaşayacaktır)

(Bu yazı 14 Ocak 2018 tarihinde yayımlanmıştır)

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir