HAMDİ YILMAZ – DIŞ BORÇ MESELESİ
Daha önce de yazdım.
1998 yılı son baharında dış borca kafayı takmış, bir hafta kadar süren bir araştırma yapmıştım.
O günkü tesbitlerime gore, Türkiye’nin dış borcu İngiliz altını cinsinden Osmanlı çökerkenki borca eşitti.
Şu an hatırımda kalan bir başka sonuç da, Cumhuriyet tarihi boyunca İsmet İnönü’nün bir iki defa dış borç almak için niyetlendiği ama öne sürülen şartları görünce vazgeçtiği, Türkiye’nin diş borç almaya Adnan Menderes ile başladığı, DP iktidardan uzaklaştırldığında 10 milyar dolar dış borcumuzun olduğu, Süleyman Demirel dönemleri ile kısa süreli diğer hükümet dönemlerinde dış borç alınmadığı fakat, faiz hareketlerinden dolayı dış borcun 15 milyar dolara yaklaştığı, Turgut Özal’ın devraldığı bu rakamı 65 milyar dolara çıkarttığı, “Beyaz atlı Leydi” Tansu Çiller zamanında da 100 milyar dolara dayandığı gerçeği idi.
Mesut Yılmaz’ın televizyonda, artık devrin değiştiği, dış borçtan korkmamak gerektiği fetvası da belleğime silinmeyecek şekilde kazınmıştı. Sonra ipin ucunu kaşırdım ve dış borcumuzun nasıl bir seyir izlediği yeni bir araştırmaya muhtaç benim için.
Galip Baran imzası ile internette dolaşan
bir yazıda şöyle deniliyor;”500 milyar dolar borç, 500 milyar dolar gayri safi milli hasıla, yani
bir yıl hiç yemesek, içmesek, hiç harcama yapmasak, tuvalete bile gitmesek
ancak bu borcu ödeyebileceğiz.
Bu mümkün olmayacağına göre borcu acilen durdurmamız ve tasarrufa geçmemiz
gerekir.
Yaşamı yalnızca iktisadi gerçeğe bağlayanlar tarihi gerçekleri atlıyorlar.
Türk Devleti battığında kendine yeni yurt bulacak işbirlikçilerimiz ve
hortumcularımız için bir sorun olmayabilir. Fakat bu ülkede yaşamak zorunda
olacaklar için bu büyüklükte ki borç güvenlik sorunudur.”
Aynı yazıda Mustafa Kemal’in, “Bir devletin maliyesi istiklalden mahrum olunca o devletin bütün şuabat-ı hayatiyeside (hayat işlerinde) istiklal mefluçtur (felç olmuştur). Çünkü her uzv-u devlet (devlet organı) ancak kuvvei maliye (maliye gücü) ile yaşar” dediği de belirtiliyor.
“Dert etmeye değer mi?” mantığı günümüz vurdumduymazlığına ve yozlaşmışlığına iyi bir slogan olsa da, derdi ezelden ebede yolculuk, yer yüzü var olduğunca kalıcılık olan milletlerin halklarına uygun bir ifade değil.
Dolayısı ile “Dert etmeye değer mi?” anlayışındakileri kendi “Mağara”larında tepinmeleri için baş başa bırakmaktan başka çare yoktur.
(Bu yazı 26 Ocak 2009 tarihinde yayımlandı)