Hamdi YILMAZ – Dokunmayın, o bizim dostun putu!
Nasıl olsa yerine yenisini bulacak olduktan sonra birisinin putunu kırmak boşa zahmet değil mi?
Yoksa toplum olarak birbirimizin putlarını kıra kıra mı doğrulara ulaşacağız?
Aslında şu an yaşadıklarımız biraz da yeni bir put bulma, “istemezûk” diyerek put olma, İslam dünyasının zavallılarını heykeltraşı Batılı yeni bir put peşine düşürme çabası değil mi?
Ne fark edecek?
***
Böylesi günlerde insan Erol Güngör, Cemil Meriç gibi sosyolog fikir adamlarını daha çok özlüyor. Bu özlemle 13 Haziran 1987’de yitirdiğimiz Cemil Meriç’e kendisini anlatmasını rica edeceğiz bugün. O bize zaman tünelinden 24 Ocak 1963 tarihinden seslenecek:
“Yirmi dört yıl önce mahkemede Marksist olduğumu haykırmıştım. Ümitsizlikten doğan bir isyandı bu, bir nevi meydan okuyuş, yalnızlık içinde bir şey olmak ihtiyacı.
Yılları zilletler içinde geçen, kah Türk, kah şehirli olduğu için horlanan göçmen çocuğu bir yere tutunmak, bir camiaya bağlanmak istiyordu.
Sınıfı yoktu. Dünyada başka milletler olduğunu dahi bilmiyordu. Ama kucağında yaşadığı topluma yabancıydı.
O, şehirden gelmişti. Konuşması da, giyinmesi de farklıydı. Yalnız yaşadı, bir cüzamlı gibi. Oynamadı, çocuk olmadı, içine ve kitaplara kapandı.
Sonra lise yılları… yine yalnız, yine yabancı. Açlık; midenin, etin ve ruhun açlığı. Hayalindeki dünyalar birer birer yıkıldı.
Önce, öbür dünya. Bu haksızlıklar gayyası şuurlu bir Tanrı’nın eseri olamazdı. İmandan şüpheye, şüpheden inkara, inkardan maddeciliğe geçiş: Büchner, Ebul ala, Hayyam.
Ama şuurundaki bu devrim onu çevresinden bir kat daha koparıyordu. Küstah, tedirgin ve yalnız.
Sonra yeni bir arayış, yeni bir bütünleşme ümidi: Türkçülük.
Yutar gibi okuduğu kitaplar: Yusuf Akçora, Türk Yurdu Koleksiyonları, Türk Yıllığı, Rıza Nur’un Tarih’i.
Mektep idaresi ile anlaşmazlık. Mübaşirden yediği tokat.
Bu defa şehirli olduğu için değil, Türk olduğu için, sömürgeciliğe karşı olduğu için hırpalanış.
Tarık Mümtaz’in gazetesinde “Fırsat Yoksulu” takma adıyla şiirler.
Beyrut’ta çıkan Yıldız ve Türk düşmanlarına savaş ilanı.
Binbir ümitle koşulan İstanbul. Gerçeğin soğuk çehresi. Ve kabusa dönen şovenizm rüyası.
Nazım’la tanışma, Kerim Sadi. Sefalet. Ve kahkari bir hezimete benzeyen dönüş. İskenderun sancağı.
Ve alışılmamış bir hürriyet havası.
Putları kırılan göçmen çocuğu yeni bir put bulmuştur: sosyalizm.
Tercüme kaleminde reis muavinliği. Ve istemeyerek kabul edilen nahiye müdürlüğü. Sonra değişen dünya. Telefonla işine son veriliş. Köy öğretmenliği. Ve bir nisan sabahı evinin aranışı.”
(Bu yazı Daha önce yayımlanmıştır)