HAMDİ YILMAZ- Her devrin zillisi ve bizim STK’lar
Türkiye veya bir başka devletin politik veya bürokratik koltuklarında oturanlar, yanlış yapabilir, suç işleyebilir.
Varsa yanlış yaptıkları iş ve suç, o ülkenin yargısına, hatta suç ağır ve evrensel boyutta ise uluslararası mahkemelerde hesabını verirler.
Basın mensupları ise yapılan her yanlışı eleştirebilir, zaten bunun için vardırlar ve yaptıkları iş kamusal görev sayılır.
Ancak, bu gerçeklere rağmen her devrin zillisi biri kalkıpta televizyon ekranından 80 milyonun gözünün içine bakarak “Türk Devleti katil’ diyemez, diyememeli. Diyen her devrin zillisi de bedelini yargı önünde ödemeli.
***
Geçtiğimiz aylarda densizin biri Romanya Parlamentosu’nda Türkiye Cumhurbaşkanı için ağır sözler etti. Onca Ak Parti (veya AKP) yalakası ve Türk STK’sı olmasına rağmen, kimse oralı olmadı. Ne bir demeç, ne bir kınama yada ne bir dava, hiç birisi söz konusu olmadı.
Yapılan hakaret bir parti liderine yapılsa, benim de umurumda olmazdı. Ancak, hakaret eden kişi göz bebeğimiz Türrkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı. Beğenirsin yada beğenmezsin, inancının gereği neyse gider sandıkta yaparsın.
O densiz, yada dengesiz milletvekili Almanya’nın, Fransa’nın yada İsrail’in cumhurbaşkanlarına parlamento kürsüsünden hakaret edebilir mi?
***
Bir FETÖ soytarısı hem de sözde öğretmen veya okul idarecisi; tivit atarak Türk Devleti görevlisini “yarın kaçacak delik arayayacaksın” diye tehdit etti.
Sağda solda Devletin büyükelçilerinin yakınına oturarak fotoğraf karesine girmek için kırk takla atan STK mensupları yada iktidar partisinin onca yalakasından yine ne bir cevap, ne bir tepki geldi.
Rahmetli İsmet Bayındır TİAD Başkanı sıfatı ile bir keresinde Fransa’nın Bükreş Büyükelçiliği’ne siyah çelenk bırakmış, gerekli tepkiyi de medeni ölçüler içerisinde ortaya koymuştu.
Böyleleri istiyorki, biz de görmeyelim, duymayalım ve üstelik de onlara saygı gösterelim.
Hak edene saygı da sevgi de gösterelim, gösteriyoruz da. Ama yok öyle yağma!
Asıl merak ettiğim, kendi vicdanlarını nasıl susturuyorlar?
Kendi kendilerine utanmadan Türk Büyükelçiliği’nin kapısından içeri nasıl girebiliyorlar?
Hiç mi eziklik hissetmiyorlar, hiç mi suçluluk duygusu içine girmiyorlar?
Şefkatini ve nimetini gördükleri Türk Devleti’ne hiç mi minnet borçları yok?
Not: kullanmak zorunda kaldığım “zilli” kelimesini kaba ve çirkin bulanlara peşinen söylüyeyim: “Devlet katil” diyene, “Lütfen hanımefendi öyle demeyin!” mi deseydim, acaba anlar mıydı?