Hamdi YILMAZ – Vali Tandoğan zihniyeti
Klasik hikâyedir bilinir ve tek parti dönemi Ankara valilerinden Nevzat Tandoğan’a atfedilerek anlatılır.
Komünist olmanın yasal olarak suç olduğu günlerde polis iki komünist genç yakalar.
Vali Tandoğan, hayatında hiç komünist görmemiş olmalıki, “Bu komünistler ne menem bir yaratık” diye merak eder ve yakalanan gençleri huzura ister.
Karşısına getirilen ve makam odasında ayakta dikilen gençleri inceden inceye, sağdan sola, soldan sağa, aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağıya iyice bir süzdükten sonra söze girer:
-Eeee! Anlatın bakalım zibidiler bu komünistlik neyin nesi, nasıl bir şey?
Gençler de bildikleri kadarı ile anlatırlar. Vali’nin ilave sorularını da cevaplandırırlar.
Gençlerin anlattığı ile kafası karışan vali Tandoğan, işittiklerine kötü diyemez.
İçinde bulunduğu güç durumla cebelleştikten sonra son sözünü söyler:
-Ulan zibidiler! Bu komünistlik iyi birşey ise onu da biz getiririz, size ne oluyor?
***
Kabul etmeliyiz ki, Türkiye tek partili dönemden günümüze, maliyecisinden hariciyecisine, milliyetçisinden komünistine, liberalinden dincisine kadar Vali Nevzat Tandoğan zihniyeti ile yönetilmiştir.
Osmanlıdan Cumhuriyet dönemine geçen hastalıklı bir zihniyettir bu. Boynu kıldan ince halkımız Osmanlı devrinde, “Devletlûm âlâsını bilir” derken, Cumhuriyet döneminde de “Büyüklerimiz daha iyi bilir” demeye başlamıştır. Yani “devleti idare edenler daha iyi bilir.”
Genetik bir hastalık misali yakamızı bırakmaz bu anlayış.
Kim bilir, belki merhum Alparslan Türkeş’in dediği gibi bu, “Türk milletine Bizans’tan geçme bir hastalıktır.”
Bu hastalığı zaman zaman teşhis edenlerimiz olduysa da, tedaviye yeltenenlerimiz yok denecek kadar az oldu. Onlar da başaramadı.
***
Dostyeveski, bir romanında kahramanların birinin ağzından “Rus halkı dayak ister” der. Teşbihte (benzetmede) hata olmaz misali söylemek gerekirse, “Türk halkı güçlüyü sever.”
Mayasındaki mağdurdan, mazlumdan yana olma erdemlerine rağmen bunu yapar. Ta ki, bıçak kemiğe dayanıncaya, güçlünün foyası meydana iyice çıkıncaya kadar bu tutumunu değiştirmez.
Yeni bir 12 Eylül’e giderken olaylara biraz da bu açıdan bakmak lâzım.
(Bu yazı 15 Temmuz 2010 tarihinde yayımlanmıştır)