HAMDİ YILMAZ -BÜKREŞ’TE BİR GÜNÜN HİKÂYESİ
Göz temizleme damlası almak için içeri 2 kişiden fazla insan almayan eczane önünde kuyruğa girdim.
Kuyrukta beklerken, arkamdaki kadın öksürdü. Dönüp kendine baktığımı görünce, büyük bir suç işlemiş gibi “Özür dilerim, bu öksürük tütünden, bende virus yok!” dedi. Rahatlasın diye “Üzülmeyin ben de öksürüyorum, ama tütünden!” dedim.
Malum, öksürük bizim FETÖvirüs gibi sinsi Koronavirüs’ün en önemli belirtilerinden biri.
***
Bindiğim taksici oldukça yaşlı bir insandı. Benim Türk olduğumu öğrenince, yüzünde gülücükler açtı. Ali, Mustafa, Memet diye isimler saymaya başladı. Ama en çok Mustafa ismini tekrarladı. Devrik diktator Çavuşesku zamanında TIR sürücüsüymüş. Saydığı isimler de Türk TIR sürücüleri, arkadaşlarıymış. TIR’ın kasası dibinde pilav pişirişlerinden bahsetti.
“Türkçe biliyordum ama kullanmadıkça unuttum” dedi. 5 çocuğu varmış. “Çavuşesku, Romanya için büyük adamdı” şeklinde özetledi o dönemi.
***
İçinde üç beş kişi bulunan belediye otobüsünden indiğimde karşımda yeni açılmış küçük bir Türk lokantası gördüm. Gurbette yalnız yaşayan her Türk vatandaşı gibi “Şurda bir çorba içeyim” diye hemen oraya yöneldim. Kapı kapalı, içerde biri oturyor ama kapalı.
Camdaki delikten sadece ekmek arası döner veriyor. İçeri müşteri alması yasak. Adamcağız bin bir ümitle yeni açmış zaten. “Ağbi iyiydi ama şimdi ne yapacağız bilmiyorum” dedi. Biriken faturaları, kirayı vs’yi söyledi.
18 MART
Mesafe hayli uzun olmasına rağmen, “Bir kahve içer, ordan taksiye binerim” diye düşünerek Ramada Majestic Otel’e kadar yürüdüm.
Kış da olsa herzaman terasda bir iki masa olurdu. Göremeyince işkillendim. Iki giriş kapısı da kapalıydı. Allah Allah…
Bugün 18 Mart’tı.
Romanya’daki yüz akı tesislerimizden biri olan Majestic’in bahçesindeki Atatürk Büstü de yalnızdı.
Oysa her milli günümüzde olduğu gibi her 18 Mart’ta burada tören yapardık. 15 yıldır ilk defa bugün yapamamıştık. Koronavirüs azizliği.
İKİNCİ TAKSİCİ
Bindiğim ikinci taksici sorum üzerine sızlandıkça sızlandı. Araba kendisinin değildi ve günlük 125 ley (27 euro) kira ödüyordu taksi şirketine. Bugünlerde işler iyi değildi ve günde 3-4 yolcu alabiliyordu ve kendisine yemek için birşey kalmıyordu. Evi kiraydı ve bir çocuğu vardı.
Köksal Unlu Mamül üreticimiz Vitan’da yeni bir yer açmıştı, daha üç-dört günlük. Daha doğrusu eski unlu mamül tesisini yenilemişti. Güzel olmuş.
Kapıda kuyruk vardı ve içeri 2 kişi giriyor, alıyor çıkıyor, bir başka 2 kişi giriyordu.
Daldım içeri beni tanımayıp, müşteri sanan Rumen güvenlikçinin müdahelesine aldırış etmedim. Sanırım Türk çalışanlardan biri uyardı onu..
Türk damak tadına uygun bir tesisin daha hayata dönüşüne için için duyduğum sevinçle tezgahtaki onca şeyin arasında iki-üç pogaca aldım, masalardan birine oturdum. Bir Türk unlu mamül üreticisinde ilk defa “Light ekmek” üretildiğini gördüm.
Sonra fotoğraflar çektim ve ayrıldım.
ÜÇÜNCÜ TAKSİCİ
Kapıdaki taksiye bindim, Avukatın adresini verdim. FETÖvirüs salgınında doktorum olan avukatın bürosuna girerken taksiciye beklemesini, şehir dışında bir yere gitmemiz gerektiğini söyledim. “İstersen akşama kadar emrindeyim. Zaten ilk müşterim sensin” dedi.
Söylediğim yerin ne kadar ücret tutacağını sordum. Taksimetreyi gösterdi. “I am journalist, not capitalist!” diye işi şakaya dökerek pazarlık ettim.
Bu taksiciye göre de durumlar iyi değildi. O da taksi firmasına araba için 125 ley veriyordu. Günlük 8 saat için 200 ley artı gaz parasına benimle çalışabileceğini söyledi. 100 kilometrede 10 litre gaz yakıyor o da 27 leydi.
“Benim beynim cipies” diyordu. “Bükreş dışında ne olacak?” diye sordum. Sonra da telefonu cipies olarak kullanabileceğimizi söyledim. O da kendi tabletini gösterdi.
Gideceğimiz yerin yolu yaşadığım evin önünden geçiyordu. Köksal Unlu Mamüllerinden aldığım ‘Light ekmek’leri eve bırakmak için durduk. Apartman blokuna girip çıktığımda taksici, taksi levhasını sökmüş, benim için kül tablası bulmuş, şarj aletini hazırlamış, tabletini de cipies olarak hazırlamıştı..
KORONAVİRÜS’Ü SİRKE İLE ATLATMIŞ
Ziyaret ettiğim işadamımız geçtiğimiz Noel tatilinde Umre’ye gitmişti. Yani Aralık ayının son günleri henüz koronavirüs dalgası yok. Aslında var da bilinmiyor.
Umre’de yaşadığı hastalığı koronavirüs olarak tanımladı. Şu an söylenen hastalık septomlarının tamamı vardı kendisinde. Her tarafı ağrıyor, nefes alamıyor, boğulacak gibi oluyor, eklem yerleri başta olmak üzere her tarafı ağrıyor, dermansızlaşıyor, kulaklarına varana dek tuhaf olan herşeyi yaşadığını anlattı.
Orada bir Türk lokantacısından veya Türk çalışandan sirke aldığını ve içtiğini söyledi. Sirke içtikten sonra iyi olduğunu düzeldiğini anlattı, uzun uzun.
Sirekeyi dedesinden duymuştu. Salgın hastalıkların yaygın olduğu Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyetin ilk kuşaklarındandı dedesi..
Bir de ilaç adı verdi. Umre sırasında kendisinde o ilaç yoktu ama, kendisi gibi aynı hastalığa yakaklanan ve o ilaca sahip olanlar iyileşmişti.
Sonra sıra Romanya’da alınan yeni tedbirlere geldi. Bir dokunduk ve bin ah işiterek ayrıldık.