HAMDİ YILMAZ- ‘Helâl et hakkını Baba’m helâl et’
1960’lı yıllar, şehrin kenar kesimleri ile köylü vatandaşlarımızın çocullarını okutabilmek için yoğun çaba sarf ettiği yıllardı. Çabalamaktaki bütün muradı da, okuyan çocuğunun Devlet kurumlarında memur olmasıydı.
Kapağı bir devlet kurumuna attı mı, değme ana babnın keyfine.. kurtulan sadece çoğunun hayatı değildi, kendi hayatı da ucundan kenarından kurtulacaktı.
Yeni evlenmiş bir kadın yolda eski arkadışı bir başka kadına rastlamış. Eski arkadaş “Kocan ne iş yapıyor?” diye sormuş. Yeni evlenen gelin, kocasının bir meziyeti, mesleği olmadığı için, “kaynım öğretmen!” cevabını vermiş.
Babaların böylesi çabalar sonucu çocuğunu devlet kurumuna sokunca, çocuğu ile arasına bir mesafe koymayı da ihmal etmezdi, en azından yıllar sonra benim gözlemim bu yöndeydi.
Şubat ve Mart ayının ilk yarısı genelde koyunların kuzulama mevsimi idi. Akşama doğru bir sürüden bazen onu aşkın koyunun kuzuladığı görülürdü. O amaçla dağa doğru babamın yanına giderdim ki, yoğun anlar da yardımcı olabileyim.
İlk okul kaçıncı sınıfa gidiyordum bilmem ama, öylesi bir gün bu vesileyle veya başka bir nedenle dağda Babamın yanındayken aşırı bir yağmura yakalanmıştık. Koyunlar böylesi anlarda oldukları yerde kalır, yağmurun dinmesini beklerdi. Babam beni de keçesinin altına alarak bir kaya kovuna oturdu. Dere tepe sohbet ederken, “Oğlum, ah bir şimdi liseyi bitirmiş olsaydın!” dedi hayıflanarak. Bir telaşı vardı ama çocuk aklım anlamaya yetmedi.
Iki yıla yakın öğretmenlik yaptıktan sonra istifa ettiğim de, (hem de MEB’nın verdiği bursu öğretmenliği gerekli süre yapmadığım için iade ederek) babamın ne kadar üzülmüş olabileceğini sonraları anladım.
Beni okutmaya bu kadar hevesli babam, Teknik Liseyi bitirip YSE (Yol Su Elektrik) Kurumunda hemen tornacı olarak işe başladığımda, yaz tatili kadar çalışıp 400 bin kişinin katıldığı üniversite sınavında kazanan 40 bin kişi arasına girdiğim için işi bırakışım sırasında sert tepki verdi.
Ne güzel devlet işine girmiş çalışıyordum, bu üniversite de nereden çıkmıştı, O’nun okutacak gücü yoktu, öyleyse beni kim okutacaktı?
O sıralar ikinci iflasını yaşıyordu. Tanesini 220 liraya aldığımız koyunları kuraklık yüzünden 120 liraya zor satarak borcu kapatmaya çalışıyordu.
Babama en ağır (!) sözü o zaman söyledim: “Dağda senin koyunlarını götürür satar yine okurum!”
Yapacağımdan değil, öfkemden söyledim. Üstelik zaten hepsi toru topu 20 koyundan ibaretti. Benim okumama yetmezdi ama, onların sütüne, peynirine yoğurduna yetiyordu.
Ankara’ya gideli iki yıl olmuştu, MEB’den 500 lira burs alıyordum. 250 lirası ev kirası, 75 lirası belediye otobüs parası, kalan 175 lira ile de geçiniyordum.
ABD’den yeni dönmüş bir hoca hemen okulun arkasındaki Gazi Mahallesi’nde bulunan Ders Aletleri Yapım Merkezi’nde bulunan yeni bir makinayı bize göstermek istiyordu. (Devleti idare eden siyasiler ne bizim okulun, nede oranın kıymetini asla anlamadı). Gittik, çıkışta son derse denk geldiği için dağılınca, Gazi Mahallesinde sırf cebimizdeki gazeteden dolayı çok ağır bir dayak yedik, Sivaslı Ali Sur adlı arkadaşımla. 15 gün çene tutmadığı için sadece çorba suyu içtim..
Ankara veya Kayseri nerede yaşıyorsam, iki elim kanda olsa, param olsa da olmasa da haftada bir gece mutlaka köye giderdim. Bazen gece saat 11.00 de filan varırdım. Annem, babam kalkar birer çay içer yatar sonra sabah 7.00’de kalkar yola çıkardım.
Öylesi günlerin birisinde sabaha karşı onlar kalkmış, mabeynde Annemle konurlarken, ben uykunun içinden kabus görmüş olmalıyım ki, “Baba beni öldürüyorlar!” diye bağırmışım. Zaten dayak yeme olayı köye öldü diye duyulmuş.
Köyden ayrılırken bana ümitsizce, “Üniversitesi batsın, okumasan olmaz mı?” dedi..
Ben köyde ayrıldıktan sonra üzüntüsünden felç geçirmiş, yüzünün sol tarafı tumaz ve konuşamaz olmuş. Doktora gitmiş, geçmiş.. bana hiç söylemediler.
Bundan üç yıl önce o felç yeniden geldi, yarım ağız konuşmaya başladı. Bu sefer geçmedi. Yıllar önceki o sayıklamamdan kaynaklandığını anladım, sır gibi yüreğimin derinliklerine gömerek zaman zaman o acı ile kıvrandım.
Bağkurdan emekliydi. Maşı çayına şekerine pazardan alacaklarına yetiyordu, üç beş koyun kuzu, bir iki inek, tavuk cücük. Yaşayıp gidiyordu.
2000’li yılların başında 5 yıl kadar Amsterdam- Ankara arasında her hafta mekik dokuduğum yıllardı. Her Cumartesi geldiğimi bildiklerinden Mucur’dan Ankara’ya gelmiş, kız kardeşimin evine gitmişti. Derdi beni görecekti. Aksilik bu ya o hafta benim işim çıkmış ve gelmeyecektim. Cumartesi akşam saatlerinde kız kardeşim aradı; “Geldin mi?” diye. Gelmemiştim. Dönmemiş, haftaya kadar beni beklemişti. Esenboğa’dan inince doğru kız lardeşimin evine gittim. Elini öptüm, anladım bana kızmaya hazırlanıyordu. Telefonum çaldı. Amerikadaki oğlum aradı. 20 dakika kadar konuştuk. O geride beni izlemiş, konuşmamı duyuyordu. Görüşme bitince, “Ne diyeyim ben sana?” dedi. “Ben sana hasret sen kendi oğluna hasret.” Paçayı kurtarmıştık. Oğlumu tembihlesem öyle bir zamanlamayı tutturamazdık..
İki defa kuraklığa yenilip iflas etmiş olmasına rağmen, beş parasız bir köyü top yekün satın alacak itibarı vardı. Nitekim bir seferinde 183 koyunu 14110 liraya bir yıl sonra ödemek üzere satın almıştı. Orta ikiye gidiyordum. 25 Temmuz- 25 Ağustos arası benim kuzuların arasına katarak otlattım. 25 Ağustos günü baktım Babam Kırşehir’den 2-3 Kürt vatandaşımzla çıka geldi, meraya. Pancar mevsimi geliyordu, beslemek için taliptiler. Dağ başında anlaştılar, adamlar biri hariç 182 koyunu 15110 lira peşin paraya alıp gittiler. O bir tanenin bacakları felçli imiş sulu araziye giremezmiş.
Giderken de Babama, “Bele, yarın panganın önüne gel paranı al!” dediler. Adamlar ayrılınca, babama “hangi banka olduğu bile belli değil! Ya parayı vermezlerse!” dedim. “Birşey olmaz oğlum” dedi. Hakikaten de olmadı yarın parasını aldı. O yıllarda “Banka” deyince köylünün anlayacağı Ziraat Bankası’ydı.
25 Temmuz, 25Ağustos. Babamın iflastan kurtuluş peryodu. Her insane gibi huraye meyilli olduğum zanlarda ayların 25’inci gününü önemserim.
Birbirimize hasret yaşayıp gittik. Makamı cennet olur inşaallah..
OZANLAR OZANI NEŞET ERTAŞ’IN DİLİYLE
Gayri bundan sonra, göremem seni
Helâl et hakkını Baba’m helâl et
Bilmedim gadrini bağışla beni
Helâl et hakkını Baba’m helâl et
***
O Ahiret Günü bir gün gelecek
Hakimler Hakimi Allah olacak
Hakkı olan orda hakkın alacak
Helâl et hakkını Baba’m helâl et
***
Bükreş’te garibim, gözümde yaşlar
Oğul kusur işler baba bağışlar
Cahildim başıma geldi bu işler
Helâl et hakkını Baba’m helâl et
***
Gidiyor Garibim eğlenemezki,
Gerçek güneş gibi söylenemezki,
Babaların hakkı ödenemezki
Helâl et hakkını Baba’m helâl et