HAMDİ YILMAZ -Zifiri karanlık, Hay İbn Yazqan ve ben
”Her an gözümde perdesin / Nere baksam sen ordasın” – Neşet Ertaş
Prof Dr. Gülümser Heper, İslam dini filozofisinin önemli isimlerinden Hay İbn Yaqzan’ı anlattığı yazısında; Hay’ın bir adada yalnız başına kalmış bir insan olduğunu belirttikten sonra şöyle diyor;
“O şartlardaki bir insanın yaşamla bağlantı kurmasında öncelikle gözleme dayanan bir özellikte olması gerekiyor. Zavallı Hay’ın bu konuda uzun uzun düşünmek için muhtemel en ideal zamanı geceler olmalı. Korkunç bir tabiatın içerisinde, üstelik gecenin karanlığında, çeşit çeşit ürkütücü sesler duyarken ve ertesi sabaha çıkıp çıkmayacağını bilmezken …”
İlk iki cümleyi son cümlenin amacının anlaşılması için tekrarladım.
Öyle bir geceyle ilk tanışışımı asla unutmadım.
1968 yılı yaz ayları idi. Babam, başka bir köyde çobandı. Kendi köyümüzdeki kuzu otlatma işini benden 4 yaş küçük kardeşime devretmiş, ben Babam’a yardıma gitmiştim.
O yıllar, o aylarda sürü dağda, düzlükte her nerdeyse otlaklarda gecelerdi.
Orta ikiden üçe geçmiştim, ama ilk okula beş yaşında başladığım için o sıra tamı tamına 11,5 yaşındaydım.
Babam, sabah olunca 7 kilometre uzaktaki kendi köyümüze gider, hayvanların kış yiyeceklerinin hazırlığı ile uğraşır, hava kararmaya başlayınca da benim yanıma gelir, geceyi benimle geçirir, sabah yine giderdi.
Bir gece Babam gelmedi. Hava çoktan karardı, artık gözün gözü görmez olduğu saatler geldik. Korkmaya başladım, sabaha kadar ben yapardım, ya uyur kalırsam, sürü başına alıp giderse, kurt gelirse, hırsız gelirse ne olurdu?
Böyle sorular beynimi kemiriyor, ne yapacağımı bilmiyordum.
Babam’ın gelmemiş olabileceğine hiç ihtimal vermiyor, beni ve sürüyü zifiri karanlıktan dolayı bulamadığını düşünüyordum.
Bir taraftan ağlıyor, bir taraftanda sesimi duyarak beni bulsun diye avazım çıktığı kadar “Babaaaa!” diye bağırıyordum. Koyunlar karınları doyup uykuya geçtiklerinde de durumum aynıydı.
Şimdi anlıyorum, bozkırın ortasında o cılız çocuk çığlığının 500 metre öteyi geçmediğini..
Babam gelmedi, ben bağırmaya alaca şafak sökünceye kadar devam ettim. İki hakiki çoban köpeği vardı. Kortuğumu anlamışlar yanımdan hiç ayrılmamışlardı.
Koyunlar, burunlarının ucunu görecek kadar aydınlığı hissedince yavaş yavaş uykudan otlama dönemine girmişti.
Köpeğin biri haylayarak olanca sızı ile beni ve sürüyü terk ederek koşmaya başladı. Diğeri bir kaç kez benim etrafımda turladı, başını eğerek bir kaç kez gözüme baktı, sonra o da havlayarak uzaklaşıp gitti.
Köpeklerin koştuğu yöne doğru baktım, uzaklarda bir adam karartısı gördüm. Tanıdık biri olma ihtimaline karşı, köpekleri çağırarak durdurdum. Ame bir kaç saniye sonra yeniden koşuyorlardı.
Karatıdaki adam da köpekler durunca duruyor, köpekler ona doğru koşunca o da kaçıyordu.
Neyse, köpeklere söz dinletebildim. Adam da döndü ve bana doğru geldi. İyice yaklaşınca baktım ki, amcamdı!
Babam, sap yüklü kamyondan düşmüş, kolu kırılmış, bana gelecek halde değil; Amcamı çağırarak, “Hamdi korkar amcası, sabaha kadar git yanına” diye bana göndermişti.
O da bizim köyden epey uzaklaşınca tarlanın içinde bir sap yığınına kafayı vurup, uyumuş, şafak şökmeye başlayınca bana doğru gelmişti.
“Aradım ama karanlıkta bulamadım!” demişti.
İslam filozofu Hay İbn Yaqzan, zifiri karanlıkla kaç yaşında tanıştı da korkunç gecenin ardından güneşi görünce felsefe yapmaya başladı bilmem.
Ama ben zifiri karanlıkla o gece tanıştım. Asla da unutmadım.