HAMDİ YILMAZ – Korona virüs hikâyeleri: Annem salgın öncesi vantilatördeydi

Hikâye, özellikle de kısa hikâye hayatın ta kendisidir. Politikacılardan bile halka anlatacak bir hikâyesinin olması istenir. Şimdilerde ekonomilerde de hikâye ön planda. Üretilen ürünün satılabilmesi için iyi bir hikâye arar reklamcılar.

Otobiyografi denen uzun hikâyeleri yada kısa hikâyeleri hep sevdim ben. Hiç haz almadığım insanların bile otobiyografilerini keyifle, iştahla okudum.

Kendim de gazeteciliğe kısa hikâye yazarlığından sıçradım.

İyi bir edebiyat eleştirmeni de olan değerli ilim adamımız Prof. Dr. Sadık Kemal Tural, yazdığı bir kitapta bizi hikâyeci olarak takdim edince o zamanki adı ile ‘The Cemaat’ tayfası hortlamış, “Hamdi Yılmaz’ı kim tanır? “minvalli yazılar yazmışlar, 2012’de bile polemiğe girmiştik.

Neyse derdim bu değil…

1990’lı yıllarda Almanya’da bizimkilere kızardım. Henüz köşesine çekilmemiş 1. nesil Alamancılardan dinlediklerimin, hikâyesinin, şiirinin, romanının yazılmamış olduğuna, filmlerininin çekilmemiş olduğuna bakarak hayıflanırdım. Hatta, 2000 yılında 44 yaşındayken vefat eden yönetmen Eser Zorlu’nun Almanya’da açtığı tiyatro kurslarına gider, haberler yapardım. Gençleri sanata özendirmek için..

Sanırım Almanya, bu işi aştı.

15 yıldır yaşadığım Romanya’ya gelince, hep varlıkları ile övündüğümüz 70 bin soydaş için yine hayıflanırım. Bu insanlar, türkü yakacak, şarkı sözü yazacak kadar da mı bir şey yaşamadılar bu topraklarda?

Biz Ankara’da öğrenciyken bile “Ne Kafkasya ne Prut / Şu bin yıllık Anayurt” diye marşlar söylerdik. Romanya’da bir soydaşa sorsan Prut’u bilmez. İyimser bir ifade ile Moldova sınırında bir nehir adı olduğunu söyler.

Türk’ün İdil ile Fırat ile Nil ile konuştuğu gibi Prut ile konuşamadığı için salt bir ırmak adı olarak sanır.

Neyse derdim bu da değil.

***

Korona virüs henüz Albert Camus gibi bir yazarın doğmasına, Veba gibi bir romanın yazılmasına vesile olamadıysa da hikâyelerin yazılmasına vesile olmaya başladı.

Amerikalı, Megan Rowe adlı kadın yazar, “Annem Salgın Öncesi Vantilatördeydi” başlıklı nefis bir kısa hikâye yazmış, Slate adlı amerikan dergisinde.

“My Mom Was on a Ventilator Before the Pandemic”

Oysa benim babam da tam salgın öncesi vantilatördeydi. Ama ben iki satır yazmadım, yazamadım, yazmaya niyetlenecek zamanı bile bulamadım.

Solunum cihazına bağlı annelerinden ümidi kesen aileye hastaneden telefon geliyor, “Anneniz solunum cihazından çıktı, gelip görebilirsiniz”.

Rowe, o andan itibaren hastane odasında ailece geçirdikleri bir kaç günü anlatıyor. Solunum cihazından çıkan kadının ilk isteği buz olmuş, sonra ahududu şerbeti.. Doldurulmuş zürefa istemiş, son bir iki gününü onunla geçirmiş.

Kadın, kızı Rowe’yi çocukken “Küçük kadınlar” adlı hikâye kitabını okuyarak uyuturmuş. Ama şimdi aynı kitabı kızının kendisine okumasına ölüm döşeğinde bile izin vermemiş.. vs.

Yazar Megan Rowe, korona virüs salgını öncesi bu yaşadıkları ile şimdiki solunum cihazına bağlanma ve sonrasını irdeliyor..

İnsana dair güzel bir hikâye..

NOT: Yazılarımla ilgili sosyal medya uyarılarına aynı mecralarda cevap veremesem de ciddiye aldığımızın, maddi bir hata varsa düzelttiğimizin (binde bir de olsa) bilinmesini isterim. Ancak, yabancı dildeki kelimeleri kullanırken, ya bir şeye nazire yada inceden alay anlamında Türkçeleştirmek gibi bir huyum var. Doğru yada yanlış bilmem ama var. uyaran dostlara teşekkür ederim.

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir