HAMDİ YILMAZ – Memleket nire hemşerim?
“Dr. Mustafa Çalışkan, alnının akıyla İstanbul’a Emniyet Müdürü olarak geldi, verilen Devlet görevini başarı ve destansı bir hikâye ile tamamlayarak yine alnının akıyla İstanbul’dan ayrıldı”
1975 Eylül sonu.
O yıl Üniversite sınavlarına Türkiye genelinde 400 bin kişi girmişti. Bunlardan ancak 40 bin kişi sınavı kazanmıştı.
Okulun ilk açıldığı gün olmalı, akşama doğru Ankara Beşevler’de bahçe duvarının üzerine oturdum, uzaklarda gözüken çıplak dağa uzun uzun baktım.
Sonra da için için ağladım. (Gariptir, o günden sonra ne zaman o bölgede geçtiysem gözüm o uzaktaki dağı aradı, ama bir daha göremedim.)
Akşam nereye gidecektim? Kalacak bir yerim yoktu. Sonra iman tazeliyor gibi ayağa kalktım, Ulus’a doğru yürüdüm. Kafaya koydum, Site Öğrenci Yurdu’na gidecektim. Ama yurdun nerede olduğunu birilerine sormaya korkuyordum. Çünkü, Site’yi sorup da Cumhuriyet Yurdu’na götürülerek bir ton dayak atılan bir kaç hikâye duymuştum.
Beni yanlış yönlendirme yada Cumhuriyet Yurdu’na götürme ihtimali olmayan orta yaşlı birine sordum.
O da tepeden aşağı beni süzdükten sonra her halde sahipsizliğimi anlamış olmalı ki, “Memleket nire hemşerim?” diye sordu.
Nasıl oldu bilmem ama Site Yurdu’nu gün batımından sonra buldum.
Yurdun girşinde bir kaç genç nöbetteydi, ben Yurtta kalmadığıma göre kime geldiğimi sordular.
Tanıdığım hiç kimse yoktu. “Kırşehirli veya Kayserili birini arıyorum” dedim. Gençler garip bulsalar da sonuçta DMMA’si son sınıf öğrencisi şimdi soyadını hatırlamadığım Kayserili Mustafa’nın karşına çıkardılar beni.
Kırşehirli olduğumu, Kayseri Teknik Lisesi’ni bitirdiğimi, Teknik Öğretmeni kazandığımı, ama kalacak yerimin olmadığını söyledim.
O geceyi ve sonraki bazı geceleri şimdilerde yaşadığını umduğum ve uzun ömür dilediğim Kayserili Mustafa’nın sayesinde kaçak göçek o yurtta geçirdim.
Sonrasında Aydınlık Evlerde kalmaya başladım. Bana iş lâzımdı ve geceleri çalışacak bir iş bulmalıydım.
Başladım, Kırşehirli, Nevşehirli bir bürokrat aramaya, ki bana geceleri çalışacağım bir iş bulsundu! Yoksa nasıl bulacaktım?
Kırşehirli hiç bir daire başkanı, genel müdür vs önemli bir makamı olan kimse yoktu. Ulaştırma Bakanlığı’nda Nevşehirli birini buldum. Kalabalık bir serviste konuştuğumu hatırladığıma göre önemli bir görevi yoktu. Bana kendisi Paris’te okurken garsonluk yaptığını filan anlattı.
Özel muayenehanesi olan Kırşehirli askeri bir Doktor’un sadece Çarşamba öğle sonu ve Cumartesi günleri açtığı Hasköy’deki muayenehanesine gidip geldim, TSE’de gece bekçiliği işi buldu, “hem dersini de çalışırsın” filan dedi ama bekçiler silah taşırmış, ben askerliği yapmadığım için bana silah teslim edemezlermiş, olmadı.
Başkaca da Kırşehirli, Nevşehirli, hatta bize biraz ters olmasına rağmen Yozgatlı herhangi bir bürokrat bulamadım.
Paris’te okuyanın aklına uyup sokakta iş aradım. Bir çiçekçide okul çıkışı gece saat 12’ye hatta 1’e kadar çalışmak üzere iş buldum. Günlük mü, haftalık mı bilmem ama 475 kuruş aldığımı hatırlıyorum. Ankara’nın pavyonlarını, gazinolarını o çiçekçide çalıştığım 2 hafta kadarlık sürede tanıdım. ‘Gülü seven dikenine katlanır’ sözünün anlamını da o zaman kavradım.
Adam geliyor, çiçeğin parasını patrona ödüyor, sonra da filan gazinodaki feşmekan bayan sanatçıya gönderilmesini istiyordu.
Çankaya’daki çiçekçiden Aydınlıkevler’deki evime kadar yaya yürdüğüm geceler çok oldu o iki haftada, otobüs dolmuş saati bitiyor, taksiye de param yok. Olmuyor, sabah saat sekizde de okulda olmalıyım vs..
Aydınlıkevler’deki evden Beşevlerde’ki okula tam birbuçuk saatte gidebiliyordum yürüyerek. Belediye otobüsü 75 kuruştu ama bende o para yoktu.
Birgün Ulus’tan aşağı eski otobüs terminaline doğru yürürken önümden giden ve tanımadığım iki genç sohbet ediyorlardı. İstemesem bile konuştuklarını duyuyordum. Kendi aralarında Ankara Milli Eğitim Müdür Muavini Hasip Balıcı’nın ne kadar iyi insan olduğunu konuşuyorlardı. İsmi aklımda tuttum ve o hiç tanımadığım kişiye mektup yazarak gece iş aradığımı söyledim. Kamu kurumu olduğu için adrese gerek yoktu. Mektup giderdi.
Birgün oklu dönüşü bodrum kattaki evimin kapısına sıkıştırılmış bir kartvizit buldum. Kart Hasip Balcı’nın kartıydı. Arkasında da çok güzel bir el yazısı ile “geldim, evde yoktun. Yarın daireye gel!” yazıyordu.
Hasip Balcı, Kars’lıydı. Çok çaba sarf etti, ona da günlerce gidip geldim, hatta bazen bana “kardeşim sende de hiç mi şans yok!” demişliği oldu.
Yine yaşadığını umarak uzun ömürler dilediğim Hasip Bey bana gece işi bulamadı ama Kızılay’dan ayda 300 lira burs almamı sağladı.
Bu süre içerisinde bana hiç bir zaman cinsimi cibiliyetimi, mezhebimi meşrebimi, fikrimi zikrimi sormadı dahi..
Üç ay Kızılay’dan o bursu aldım, sonra okulda ilk sömestre bitti. İstenen not ortalamasını tutturduğum için Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayda 500 lira burs hakedince Kızılay’ın bursunu bıraktım. Bakanlığın bursuyla geride kalan 3 küsür yılı okudum.
***
İçanadolu bölgesinde gazetecilik yaptığım dönemde ANAP, DYP, SHP ve başka bazı partilerde genel başkan değişiklikleri oldu. Her seferinde kendi bölgemdeki politikacılara, parti delegelerine “ben gazeteciyim, size filan adaya oy verin deme küstahlığını göstermem ama kime oy verecekseniz, aranızda anlaşın, birlik olun” tavsiyesinde bulundum. Kırşehir’in var 5-6 delegesi, Nevşehir’in var 6 -7 delegesi Yozgat’ı öyle, Nigde’si, Kayseri’si öyle dolayısı ile hiç bir genel başkan adayı onları kaale bile almıyordu. Ama hepsi toplanırsa 75 civarında oluyor ve parti içinde ağırlık oluştururlardı.
İRFAN ÇALIŞKAN
Gündüzleri gazetecilik akşam ve hafta sonu İngilizce kursu işletmeciliği yaptığımız yıllarda 500 bin nüfuslu Kayseri’de Büyükşehir Belediyesi’nin önemli bir daire müdürüydü İrfan Çalışkan.
Yakın arkadaşımdı, o Nevşehirli ben Kırşehirli olmamıza rağmen köylerimiz arasındaki mesafe 50 bilemedin 60 kilometreydi.
İkimizde kamu görevi yaptığımızdan, üstelik İrfan bizim kursta uzunca bir süre ingilizce öğrendiğinden sık sık biraraya gelme imkânımız oluyordu.
Dünyanın en mütevazı insanıydı dersem abartmış olmam. Bir o kadar da dürüst, işine düşkün ve başarılı.
Ben yurt dışına çıktıktan sonra vefat etti. İçimiz yandı ama yapacak birşey yok. Allah’ın takdiri ilahisi. Müşterek arkadaşlarımızla her karşılaşmamızda hayırla yâd ettik.
Neyse, işi daha fazla özelleştirmeyim.
Gün geldi İrfan Bey’in dokuz kardeşinden biri olan Dr. Mustafa Çalışkan, İstanbul Emniyet Müdürü oldu.
6 Temmuz’da Bükreş Temyiz Mahkemesinde elemanlarının hakkımda açtıkları 4 davadan üçüncüsü bitecek olan melanet çetesi FETÖ’nün ona ettiklerini pas geçelim.
Yurt dışında gazetecilik yapmama, görev alanlarımızın ilintisiz olmasına, yazıp çizmememe üstelik fiziken hiç tanışmamış olmama rağmen, Mustafa Bey’i üç gerekçe ile yakından takip ettim.
Birincisi yukarıda uzunca anlattığım hikâyeden anlaşılacağı üzere çok yakın yörenin çocuğu olmamız, ikincisi yakın arkadaşımın kardeşi oluşu, üçüncüsü ise bütün bunların ötesinde 15 Temmuz 2016 öncesi ve sonrası FETÖ melaneti ile yaptığı destansı mücadele.
Gıyabında başarıları ile için için sevindik, yazmadık dahi.
Başta kendi başını, sonra Devletimiz ve Milletimizin başını öne eğdirmediği için kendisine Milletçe teşekkür borçluyuz.
Yakınlaşan bir 15 Temmuz yıl dönümü öncesi O’nun “15 Temmuz KIYAM(ET) GECESİ ve Milli Vuruş” adlı kitabının tam da yeniden okunması gerektiği günleri yaşıyoruz.
Mustafa Bey, yaşadığı ölüm kalım gecesinin bir de soğukkanlılıkla kitabını yazdı.
Alnının akıyla İstanbul’a geldi, verilen Devlet görevini başarı ve destansı bir hikâye ile tamamlayarak yine alnının akıyla İstanbul’dan ayrıldı.
.***
Ve benim aklıma yazının başında Ulus’ta bana yol tarif eden adamın klasikleşmiş sorusu geldi:
Memleket nire hemşerim?