HAMDİ YILMAZ – Ben korkağım arkadaş!

Bir sayın okurumuz bizi yürekli biri sanıyor yada bizden yüreklilik bekliyor olmalı ki, “Kral Çıplak”, “Görüyorsun ama diyemiyorsun” diye eleştiriyor.

Bre biraderim, ben burnumun dibindeki ‘Çakal’a çakal olduğunu söyleyemiyorum. Senin Kralına nasıl dil uzatabilirim?

***

Mevlana ile dostu Hüsamettin yolda yürürken bir köpeğin havlayarak kendilerine doğru koştuğunu görmüşler. Hüsamettin hemen yerden taş kavramaya çalışmış.

Mevlana ise “Dokunma Hüsamettin o bizim dostun köpeği” diye engel olmuş.

Anadolumuzun arif insanı da “İte dokunmazlar, sahibinin hatırını sayarlar” demiş.

Rahmetli anneannem ise, “ben şer’den korkarım oğul” derdi..

Yunus Emre ne güzel söylemiş; “Kimseye kin gütmeyiz. Düşmanımız kin bizim.”

Öte yandan “Bir Müslümanın Müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs / dargın durması helâl değildir.” diyen Peygamberin ümmeti, “Müslümanın Müslümana küskünlüğü tülbent kuruyuncaya kadardır.” diyen ecdâdın torunuyuz.

Sabrımız bugüne kadar taşmadıysa, inandığımız ve yukarıda sırladığımız bu değer yargılamızın sayesindedir. Ki, bunun da bir sınırı vardır, olmalıdır.

Belki her şeyi yazıp çizemedik ama, inanmadığımız hiç bir şeyi asla yazmadık.

***

Türk milliyetçiliğini, Türk ulusalcılığını başka milletlerin de varlığına ve haklarına saygı duyarak, Türk milletini yükseltme, hür ve mutlu, refah içinde yaşatma ülküsü olarak benimseyen bir anlayışımız var.

Gazetemiz, kendi insanının verdiği abone bedeli, reklam ücreti, gecelerinde davetiye ederi, az da olsa sponsorluk değerinin dışında kimseden bir şey almadı. Kendi insanımız ne güç verdiyse, o kadarlık güçle yolumuza devam ediyoruz.

Biz buyuz.

Gazetemize verilecek bir günlük gazete bedelini bile düşmana verilmiş mermi parası gibi görenler oldu. Gözümüzün içine baka baka “İyi direniyorsun” diyenler oldu. Gölgemizi gövdemizden büyük gören kardeşlerimiz bulundu. İşimizin hamballığını yapışımızı “Gazete patronu kapı kapı dolaşır mı” diye ajanlığımıza yoranları gördük, denemedikleri halde kalem sattığımızı söyleyenleri duyduk, herkesi kendisi gibi satılık sananları gördük.

İki kişinin bildiği şey sır olmadığı için başka şeyler de duyduk. Bir düğünde bir bayramda içtiğimiz rakı kadehlerinin sayıldığı günler oldu. Hangi kapıya kaç kez girip çıktığımızın çetelesi tutuldu.
Hepsinin canı sağolsun. Hepsi bizim insanımız.

Onlar istese de istemeseler de yaptıkları her güzel şey bizi anlatıyor, bizim bir faziletimiz gibi görülüyor. Biz herkesi seviyoruz. Türkçe konuşan, Türkçe bilen her insanın derdi bizim derdimiz. İnsan olup da bizim için “Başkaları” olanların derdiyle de dertleniriz ama henüz o güçte değiliz. Bizim derdimiz bize yetiyor.

Romanya’da 12 yıldır kimseye, “Ben sorunumu Anayurt’a (şimdiki adımızla Gazete Balkan) aktardım da ilgilenmediler”, “Şu etkinliğimize Anayurt’u çağırdık da gelmediler” dedirtmemeye gayret ettik. Bundan sonra da imkanlarımız ölçüsünde dedirtmeme çabası içinde olacağız.

(Bu yazı 22 Kasım 2016 tarihinde yayımlanmıştır)

Yıllar önce oğlum master yapmak için geldiği Amsterdam’da ona “Yarın Hollanda’ya başbakan olmaya da, Amsterdam Belediyesi’nde çöpçü olarak işe başlamaya da psikolojik olarak hazır ol. İkincisi bilesinki geçicidir” demiştim.

Şimdi kendimi kontrol ettim, yarın akşam Sheraton Hotel’de 250 kişilik salonun dolu olduğunu görmeye de, Özlem Özdil’i tek başıma dinlemeye de psikolojik olarak hazırım.

İkincisi olursa, “Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden itler bile gülecek kimsesizliğine” diyen şairi hatırlar, eve giderken de bir başka şairin, “Tohum saç, bitmezse toprak utansın! / Hedefe varmayan mızrak utansın! / Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen! / Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!” mısralarını mırıldanacağım..

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir