MEHMET ASLAN – Yaşanmış şarkılar
Yıllarca sahne hayatımda anlatıp söylediğim bir şarkı var ki onun hikayesi beni hep üzmüştür.
Anadolu’da bir taşra öğretmeni olan Selim bey emekliliği geldiği için Milli Eğitim Bakanlığı’na dilekçe yazar ve yerine bir öğretmen atanmasını ister dilekçeye cevap gelir ve bir öğretmen gönderilene kadar göreve devam etmesi yazılıdır.
Aradan bir kaç ay geçer tam kış ortasında yeni mezun olmuş genç bir kız Selim beyin yerine atanır, o yörede kış çetin geçtiği için Selim bey bahara kadar aynı lojmanda kalmak zorundadır.
Bu arada yeni öğretmene her konuda yardımcı olur. Selim bey genç öğretmene yazmış olduğu şiirleri okur doğayı ağacı dalları yaprakları suların şarıltılarını hayvanları böcekleri anlatır.
O kadar güzel anlatır ki kız farkında olmadan Selim beye aşık olur. Karların erimesi ile birlikte Selim bey İstanbul Üsküdar’daki evine döner. Genç öğretmenle mektuplaşmaları devam eder,Selim bey bir sonbahar günü posta kutusunda kalın bir mektup bulur mektup genç öğretmenden gelmiş açar okur yol boyunca yine okur kız kulesine karşı oturup yine defalarca okur bir anlaman veremez genç öğretmen Selim beye aşık olduğunu onsuz yaşayamayacağını yazar. Selim bey günlerce nasıl bir cevap yazacağını düşünür durur. Çünkü Selim bey eşi öldükten sonra gönül kapısını kapatmıştır. Ve en nihayetinde 6 sayfalık bir mektuba karşı 6 satırlık bir cevap yazar, Ben gamlı hazan, sense bahar dinlede vazgeç, sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç, olmaz meleğim böyle bir aşk bende vakit çok geç, sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç…”
Aşk adına sevda adına gurbet adına vs. yazılmış ve yaşanmış o kadar şair ve şiirlerimiz var ki yazmaya kalksak ciltler dolusu çıkar. İşte Yunus Emre gibi “Ben yürürüm yana yana. Aşk boyadı beni kana. Ne akilim ne divane. Gel gör beni aşk neyledi” “Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni” veya Aşık Veysel vatan, tabiat, birlik, çalışma, yardımlaşma konularını işlediği şiirlerinde, vatana bağlılık ve idealistlik dikkat çeken en önemli nokta oldu. “Uzun ince bir yoldayım veya Benim sadık yarim kara topraktır” deyişleri halen ilk gün ki gibi tazeliğini korumaktadır.
Yahya Kemal Beyatlı, “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer”. Sözleri ile İstanbul’u anlatmış..
Ümit Yaşar Oğulcan beni unutma demiş “Bir gün gelir de unuturmuş insan. En sevdiği hatıraları bile. Bari sen her gece yorgun sesiyle. Saat on ikiyi vurduğu zaman. Beni unutma”
… Necip Fazıl Kısakürek, “Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar”,, “Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!”…
Rıza Tevfik Bölükbaşı edebiyat, şiir, felsefe, Türk folklor ve sanatı ile yakından ilgilendi. Felsefeye olan ilgisinden dolayı “feylesof” unvanını aldı. Anlatılanlara göre o dönemlerde cami cemaatiyle arası pek iyi olmayan Rıza Tevfik’e dinsiz gibi laflarla sataşma olduğu söylenirmiş, şairde Sorma Hocam adlı şiiri yazmış “Bana sual sorma, cevap müşküldür, Her sırrı ben sana açamam hocam. Hakkın hazinesi darı değildir, Cami avlusunda saçamam hocam.
… veya Orhan Veli “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı”, “Ağlasam sesimi duyar mısınız,Mısralarımda” “İstanbul’da Boğaziçi’nde bir garip Orhan Veliyim”…
Ve sevdiği kız için köyünde elektrik olmayan şair gaz lambasında şiirini yazmaya başlayınca ışığın titrediğini görür ve sevdiğine şu sözlerle aşkın yüceliğini anlatır, “Lambada titreyen alev üşüyor mihriban’’ diyen Abdurrahim Karakoç.
Kalın sağlıcakla!