HAMDİ YILMAZ – AVRUPA BOĞULUYOR
Doksanlı yıllarda Avrupa Birliğine karşı yazılar yazdım. Bunu hem de AB’nin göbeğinde Brüksel’de, Amsterdam’da Düsseldorf’ta yaptım. Bunun bedelini de ödedim. Hollanda’da iş yerim, gazetem, çalışanım vs. olmasına, yasal hiçbir gerekçe bulunmamasına rağmen bir akşam Amsterdam havaalanından geri çevrildim.
Hiç bir suçlamaya, yargılamaya da gerek duyulmadan. Neyse bu ayrı konu.
Benim AB karşıtlığım elbette Türkiye açısındandı.
Bir taraftan bu yazıları yazarken, bir taraftan da ABD ile AB arasındaki rekabetten faydalanarak Türkiye’nin sıyrılıp çıkacağı bir yönetim tarzının özlemini duydum.
O zamanki gözlemime göre bu mümkündü.
Hatta Türkiye, AB’yi yanına da alabilirdi. Bunun bir mahsuru da yoktu. Ne yazık ki, o günkü politik yapılanma ile bu mümkün olamazdı. Olamadı da. ABD’nin dümen suyunda yelken açmayı uygun bulduk.
Bir zamanlar dört elle sarıldıkları AB’den yüz çeviren yöneticiler ‘günü gelince’, kendi güçlerine iman tazeleyerek ABD’yi de aynı çeviklikle dışlarlar mı bilemem..
Geldiğimiz noktada bütün samimiyetimle söylüyeyim ki, AB’nin şu anki çaresizliğine üzülenlerden biri benim. Bu üzüntüm elbet bizim milli çıkarlarımız ile dünyanın ve insanlığın geleceği açısından.
Askeri açıdan Amerika’nın üstünlüğünü iliklerine kadar kabullenmiş ve peşine takılmış, teknolojisini kaptırmaya devam ettiği Çin’e taşeron olmuş, sokaklarını ve sosyal hayatını milim toleransı kabullenmeyen akılsız akıllı makinelere teslim etmiş bir Avrupa’dan tüm insanlığa olduğu gibi bize hayır gelmeyeceği ortada. İşin bu yanında değilim.
Çok kutuplu, çok eksenli, çok kültürlü ve çok güçlü bir dünya, insanlığın selameti açısından şarttır.
AB’nin birliği- dirliği hiç bir şey olmasa bile salt bu açıdan dünya için elzemdir. Ne Almanya, ne Fransa ne de İngiltere günümüz dünyasında AB’nin yerini dolduracak, dünyayı ABD’nin veya ABD ile Çin’in yada yanlarına ilave Rusya’nın şerrinden koruyacak konumda değillerdir. Bu yüzden AB devam etmeli, toparlanmalı, en azından bize zararı olmayacak kadar bir güce ulaşmalıdır.
Aslında AB dağılmıyor, boğuluyor.
Halkın demokrasiye olan inancı zayıflıyor. Ufuksuz Sarkozy ve Merkel’in oyuncağı konumuna düşmüş Avrupa’yı kurtaracak liderler kadar yeni heyecan verici ideallere de ihtiyaç var. Ne yazık ki, ufukta Hitler ve Mussolini hayranlığından öte bir ideal filan görülmüyor.
Dünya tarihini ve sosyolojisini iyi bilen, bu bilginin ışığında gelecekle ilgili tahminde bulunacak ilim adamları var mıdır bilmiyorum.
Bildiğim tek şey demokrasi içinde kalkınma yolunun sağlam taşlarla döşendiği, cari açık ile ürkek ve soyguncu sıcak paradan kurtulmuş bir ülkeye kavuşmak.
Kısa vadeli en büyük hedefimiz bu olmalı.
(Bu yazı 15 Kasım 2011 tarihinde yayımlanmıştır)