SERPİL YILMAZ – Güvencesizlik
Ne yapmalıyız? sorusu yalnızca sorunu anlamayanların soracağı bir sorudur.
Eğer bir sorunun çözümü varsa, o sorunu anlamak ya da o sorunla ilgili ne yapacağını bilmek aynı şeydir. Diğer yandan, anlamadığınız bir sorunla ilgili bir şeyler yapmak karanlığı elinin tersiyle kenara itmeye benzer.
Işık geldiğinde karanlık yok olur.
Bu durum özellikle şimdi önümüzde duran soruna da uygulanabilir. Ben ve ‘’doğal ben’’, beyin ve beden, insan ve doğa arasındaki bölünmeyi nasıl iyileştireceğiz ve bundan kaynaklanan kısır döngülere nasıl son vereceğiz?
Hayatı içinde debelendiğimiz bir bal tuzağından başka nasıl deneyimleyeceğiz?
Kendi doğası güvencesizlik, geçicilik ve sürekli değişim olan dünyada güvenceyi ve huzuru nasıl bulacağız?
Bütün bu sorular bir yöntem ve bir yol haritası gerektirir. Eyleme ihtiyacımız yok henüz, ihtiyacımız olan fazla ışık.
Burada ışık farkındalık anlamındadır. Hakkında hiçbir fikir ya da yardım üretmeden hayatın farkında olmak, şu anki deneyimin farkında olmak. Başka bir deyişle, deneyimlediğiniz şeyi adlandırıldığı gibi değil de ‘’olduğu’’ haliyle görmek ve hissetmek zorundasınız.
‘’Gözlerin açılışı’’ hayatımıza ve anlayışımıza olağanüstü bir dönüşüm getirir ve kafamızı karıştıran sorunlarımızın sadece yanılsama olduğunu gösterir. Bu sorunu fazlaca basitleştiriyormuşum gibi görünebilir, çünkü pek çok insan şu anın yeterince farkında olduğunu düşünür fakat bunun gerçekten çok uzak olduğunu göreceğiz.
Farkındalık, düşünce ve yargılardan arınmış gerçeğin bir görünümü olduğu için onun ‘’neyi’’ açıkladığını yazmak ve tanımlamak açıkça imkansızdır.
Geçici bir dünyada huzuru ve güvenceyi bulmak için sorduğumuz sorular sorunun anlaşılmadığını göstermektedir.
İnsan var olabilmek için yiyecek, içecek ve giyecek konusunda, sonsuza dek sürmeyeceğini bildiği asgari bir geçim kaynağına sahip olmalıdır. Fakat altmış yıllık asgari bir geçim kaynağı garantisi insanın kalbini tatmin edebilseydi, insani sorunlar da en aza inebilirdi.
Aslında garantiye sahip olmamamızın sebebi asgari gereksinimlerimizden çok daha fazlasını istememizdir.
Doğası geçicilik ve değişkenlik olan bu dünyada tamamen güvence içinde olmayı istememizin kendisinin bir çelişki olduğu başından bellidir. Fakat bu çelişki güvenceye duyulan arzuyla, değişim olgusu arasındaki çatışmadan daha derindedir.
Güvence içinde olmak istiyorsam, yani hayatın akışından korunmak istiyorsam eğer, yaşamdan ayrı durmayı istiyorum demektir.
Oysa bu ayrım duygusunun kendisidir beni güvencesiz hissettiren. Güvencede olmak ‘’beni’’ ayrı tutmak ve güçlendirmek demektir, ancak beni yalnız ve korkmuş hissettiren yaşamdan ayrı duran ‘’ben’’ duygusunun kendisidir. Başka bir deyişle, ne kadar güvence istersem o kadar daha fazlasını isteyeceğim.
Güvence arzusu ve güvencesiz hissetmek aynı şeydir. Nefesinizi tutmanız onu kaybetmeniz demektir. Güvence arayışına dayalı toplum herkesin davul gibi gergin, pancar kadar kırmızı olduğu bir nefes tutma yarışmasından başka bir şey değildir.
Kendimizi sayısız yöntemle güçlendirerek ve içimize kapanarak bu güvence arayışına gireriz. En güvenli ibadethaneye, en iyi ulusa, en yüksek sınıfa, doğru takıma, en ‘’hoş’’ topluma ait olmaya çalışarak ‘’önemli’’ ve ‘’özel’’ olmanın korunmasında olmayı isteriz.
Bu savunma mekanizmaları aramızda ayrılıklara sebep olur ve bu da daha fazla güvencesizliğe, daha fazla savunma ihtiyacına yol açar. Elbette doğru şeyleri yaptığımıza ve en iyi şekilde yaşadığımıza içtenlikle inanırız, fakat bu da bir çelişkidir.
Güvenceye duyduğumuz bu tutkulu arzunun kendisinin acı ve çelişki ve bunun peşinden gittikçe bu acının daha da artacağını açıkça göremediğimiz sürece bu sorunu düşünmeyiz bile. Ne tür bir güvence şekli tasarlanırsa tasarlansın bu hepsi için geçerli.
Sonuç olarak kaçtığımız her ne ise peşimizden gelmeye devam edecektir. Temel olan güvence ya da güven diye bir şeyin olmadığını anlamaktır.
Hangi duygu içindeyseniz ‘’o’’sunuzdur. Korkmak veya acı çekmek yerine farketmek berrak ve bölünmemiş bir zihin gerektirir.
Güvencesizlikteki Bilgelik
Kaynakça: Alan W. Watts