HAMDİ YILMAZ – ‘Daha eve gidip ağlayacağım!’

96 yaşında Pazartesi sabah yitirdiğimiz Türkolog Mustafa Ali Mehmet’in vefat haberi, işimizin başımızdan aşkın olduğu şu günlerde akşam saatlerinde Romen bir arkadaşla 20 Kasım’daki Başarılı Türk Firmaları Ödül Programının kamuya gözükmeyecek kısmı TV yayını, online yayını ile ilgili teknik bir konuda çalışırken sinirlerimizin gergin olduğu bir anda geldi.

Beklediğim bir haberdi, sakin karşıladım. Romen arkadaşıma “Çok değerli bir tarihçimiz vefat etti” dedim.

Elimizdeki iş bir an önce bitsin ve ben hem acımla baş başa kalayım hem de habercilik açısından son görevimi yapayım diye çabalarken, (yarın ki gazeteyi kontrol etme vaktim de geçiyordu) Romen arkadaşa bir telefon geldi. Eli ile bir anlına bir dizine şaplak indirdi başladı ağlamaya. 42 yaşındaki Fransızca öğretmeni olan arkadaşı salgından dolayı vefat etmişti.

Sinirlendim, “Bak ben ağlıyor muyum? O’nun Türkler için ne kadar kıymetli bir insan olduğunu biliyor musun? Hayat bu devam ediyor.” şeklinde birkaç cümle sarf ettim.

Ağlamayı kesti. Ağlamaması için emri vaki yapmıştım. Geçen hafta bir başka yakın arkadaşını daha salgına kurban vermişti.

Neyse bitmeyen işimizi sonlandırdık. “Bir kahve iç öyle git” dedim.

“Hayır, daha eve gidip ağlayacağım” dedi, ağlamaklı bir sesle.

Öyle bir söyleyişi vardı ki, ağlamalı yoksa gülmeli miydim bilemedim. “Daha eve gidip ağlayacağım!”

***

Mustafa Hoca, karıncayı incitmekten korkan bir yapısı vardı. Yürümekte zorlanmaya başladığı 80’li yaşlarının başında rahmetli eşi değerli hanımefendi Ayşe Hanım’ın koluna girerek gelirken görüyorduk kendisini.

Hanımının kendisine göre genç oluşuna dayanarak için için seviniyor, “Hoca’ya bakar” diyordum. Bir de ne görelim birdenbire Ayşe Hanım’ı kaybettik.

Sonraları Ayşe Hanım yerine bastona dayandı, son zamanlarında oğlu Şerif Bey ile gelip gitmeye başladı etkinliklerimize.

Eve dönüşlerini başta Büyükelçilerimiz olmak üzere, diğer Büyükelçilik mensupları ve iş adamlarımız sağladı.

Eve mahkûm olduğu güne kadar Türk ve soydaş etkinliklerine katıldı. Her karşılaşmamızda çoğu yazılmamış pek çok şey öğrendim kendisinden.

Hayat doluydu. Son hayali Türkiye’de bir ev almaktı. Hem de 90’lı yaşından sonra. Bir de buradaki soydaşlara Türk pasaportu verilmesini birkaç kez söyledi bana. Bunu tarihi bir bakış açısından gerekli görüyordu.

Son görüştüğümüz ana kadar zihninin pırıl pırıl olduğunu ve üzerinde çalıştığı konularla ilgili fikirlerini dinledim.

Eşi ile birlikte sonsuza kadar huzur içerisinde uyuyacağı mezarını yaptırmıştı. Birkaç kez kendisinin mezarı başında sohbet etmiştik.

Siz bu satırları okurken Mustafa Hoca milletine olan borcunu ödemiş olmanın huzuru ile ebedi istirahatgahına çekilmiş olacak.

Yattığı yer nur olsun.

***

İİKİNCİ YAZI

KURTLAR SOFRASINDAKİ BALKANLAR

                                                                             *Mustafa Ali Mehmet’nin aziz hatırasına

Geçenlerde, ünlü Türkolog Mustafa Ali Mehmet ile bundan 11 yıl önce yaptığım röportaj elime geçti.

O röportajı okuyunca, 14 yaşında bir çocuğun okul için Bükreş’e geldiği gün doğduğu toprakların Bulgaristan’a verilmesi, sınır kapandığı için tek başına yeni bir hayata başlamasının ne demek olduğunu anlamaya çalıştım.

“Kurtlar sofrasındaki Balkanlar” konusu bu vesile ile bir kez daha canlandı zihnimde. Rejimler ve diktatörler kılık değiştirseler de işin özü değişmiyor.

***

Geçen yıl Polonya’nın Kuzey Avrupa gaz boru hattı projesini kendisini devre dışı bıraktığı gerekçesi ile boykot ederek,”İkinci RibbentropMolotov anlaşması” diye nitelendirmesi bize Ribbentrop-Molotov anlaşmasını bir kez daha hatırlattı. O anlaşma Mustafa Mehmet’i 14 yaşındaki Mustafa Mehmet’i yapa yalnız bırakan anlaşmaydı aynı zamanda. Balkanlar bu anlaşma ile bakın nasıl paylaşılmıştı;

23 Ağustos 1939 günü akşamı Hitler ile Stalin arasında varılan anlaşma Moskova’daki Alman Büyükelçisi Kont Frederic Werner’e göre diplomatik bir mucizeydi.

Hitler ise aynı gün akşam, “Yüzde yüz bir başarıdır! Bunu hiç yapmamama rağmen, bir şişe şampanya içeceğim” diyordu. Stalin ise, “O (Hitler) beni aldattığını sanıyor, aldatılan  biri varsa O’dur, ben değil!” diye keyifleniyordu. Ve zaman Stalin’i haklı çıkartacaktı.

Biri faşist diğeri kominist iki diktatörü mutluluktan çılgına çeviren Ribbentrop-Molotov anlaşmasına göre, iki “faş-ko” diktatör Doğu Avrupa ve Balkanları paylaşmışlardı. Her şey bir plan dahilinde yürüyecekti. 5 yılı kapsayan ve gizli olan anlaşma iki diktatör arasındaki dostluk 669 gün sürünce, Stalin tarafından kimseye sorulmadan tozlu raftan indirilmiş ve o imzalı kağıttaki bütün maddelerin yerine getirilmesi kararı verilmişti. 26 Haziran 1940 günü saat 22.00 sularında, Romanya’nın Moskova  Büyükelçisi G.Davidescu acilen çağırılıyor ve anlaşma gösterilerek, “Bu anlaşmaya göre Basarabya bilgesi yani Moldova Sovyetler Birliği’ne aitti. Acaba Romen hükümeti ne diyordu?” Büyükelçi Davidescu Romen hükümetinin kararını kendisine 24 saat içinde iletmeliydi. Kırmızı ve kalın kalemle çizili haritayı gören Davidescu, verilen süre içinde Romen hükümetinin “hayır!” deme şansının olmadığı cevabı veriyor ve 4 gün içinde boşaltılan Moldova ile Romanya bir gecede 50 bin 762 kilometre kare topraktan ve yaklaşık 4 milyon nüfustan oluyordu.

Bizim ünlü Türkoloğ Mustafa Mehmet de o günlerde okula kayıt olmak için geldiği Bükreş’teyken aynı anlaşmaya göre doğup büyüdüğü yerler Bulgaristan’a bırakılarak sınır kapatıldığı için 14 yaşında bir çocuk olarak hayata sıfırdan ve tek başına başlamak mecburiyetinde kalıyordu. Polonya da aynı anlaşma ile topraklarının yarısını Sovyetlere bırakırken Hitler Stalin dostluğu da bitiyordu. Dinsizin hakkından imansızın geldiği bir dünyada bugün değişen birşey var mı dersiniz, bilmem.

(Bu yazı 4 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanmıştır)

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir