SERPİL YILMAZ- Ölümlerden Ölüm Beğen

Ne yaşayacağımızı bilmediğimiz bir güne uyandık 30 ekim sabahı. Rüyamı hatırlamaya çalıştım ama uçup gitti aklımdan. Güneş ne kadar da güzel parlıyordu bu gün yoksa her gün böyle parlak mıydı emin değilim!

Rutin işlerimin arasında öğleden sonra ablamı aradım ona şakalar yaptım. Onun da işi varmış ama benim gevezelik edeceğim tuttu.

Ruh’umuzun ne kadar deneyimli olduğundan bahsettim öyle olmasaydı diye başladım Platon’un idealarını anlatmaya başladım ablamı hem güldürüp hem bunaltım.

Ben coşkuyla konuşmaya devam ederken birden sallanmaya başladı bulunduğum çatı katı!

Abla kapat deprem oluyor dedim ve zaten ayaktaydım bulunduğum yerde bir kolon vardı ve ben tamda onun önündeydim. Hızlıca sanırım bura güvenli diye geçti içimden. Şimdilerde pek kullanmadığım salavat döküldü dilimden. Yaşayanlar bilir bu duyguyu, çok söylenen bir deyim vardır “gavur bile imana gelir” diye. Korkudan mı yoksa öğretilmiş ve bilinç altına yaptığım kayıttan mı emin değilim.

Sarsıntı durmuyordu kitaplıktan birkaç kitap düştü, tezgah da bir çay tabağı yere düşüp parçalandı. Kedim var alt kattaki dairede onun için endişelendim ve dilime gelen cümleleri söylemeye başladım “dur, lütfen dur artık”.

Sarsıntı sanki durmak yerine şiddetini arttırdı. Sallandıkça panik oldum, bulunduğum yerden kıpırdayamadım. Geçecek şimdi geçecek!

İzmir deprem bölgesi, defalarca sallandık ve bu durumu epeyce kanıksadık diyebilirim. Bu defa çok daha şiddetli ve uzun sürdü bana göre ve sonra kimine göre dokuz saniye, kimine göre onbeş saniye sürdü diyenleri dinledim. Hatta birkaç dakika diyenler olduysa da bunun kişinin o an korkuyla zaman algısını kaybetmesine bağladım. Neyse durdu sarsıntı çok şükür. Sokakta çığlıklar yükseldi.

Balkona çıkıp çok kenara yaklaşmadan baktım yere oturmuş ağlayan birkaç kişi gördüm. Etrafta herhangi bir hasar yoktu çok şükür. Hemen alt kata koştum kedime bakmaya, aradım bulamadım önce. Sonra minnoşumu salonda ayakları çok yüksek olmayan koltuğun altına girmiş endişeli beklerken buldum. Zorla çıkardım oradan ve alıp terasa çıktım yeniden. Çok korkmuş belli.

Deprem tekrarlar mı diye hiç aklıma gelmedi ama, üst katın daha güvenli olacağını düşündüm. Balkondan baktım yine insanlar sokaklara çıkmış bina önlerine toplanmışlardı. Şimdi durdukları yer daha mı güvenli bilemedim, sokak dar zaten. Bu arada yerde cam kırıkları var kedimin patilerine batmasın diye önce onları süpürdüm. Durumun vahametini kavrayamadım sanırım. Tam o esnada yine deprem olmaya başladı bu defa çabuk geçti neyse ki!

Ben böyle uğraşırken İzmir’in başka bir yerinde meğer can pazarı kurulmuş.

Yıkılan binalar, talan olan hayatlar, yarım kalan hikayeler!

Bütün bunlardan bir süre sonra haberim oldu. Biz iyiyiz ya, kimsede bir şey yoktur, başka ihtimal aklıma gelmedi.

Gündüz güneşin parlaklığı, gece ayın şavkı hep yalanmış.. Boşlukta ve şoktayım.

Telefonum çalmaya başladı nasıl olduğumu merak eden sevdiklerime cevap vermekten kendimi dışarı atamadım. Arayan yeğenim kendisi İstanbul’da yaşıyor, burada da sallandık ne yapacağımızı bilemedik, hava çok kötü, “içerde deprem, dışarda hava şartları ve virüs var” dedi.

2020 “Ölümlerden ölüm beğen” diyor sanki dedim ve ağlanacak halimize güldük…

Bu arada aklıma kayıp kıta Mu geldi. Nasıl da bir gece içinde ve hızlıca uygarlık sulara gömülmüştü.

Üstelik bu dünyamızın kendini yenileyişinin ne ilki ne de sonuncusuydu. 2020 Yılı da bir çoğumuza sırada ne var diye sordurmaya devam ediyor. Yaşadığımız bu yıl üzerine kalın ciltli kitaplar yazdıracak türden maceralarına devam ediyor.

Kendim için ne tür bir tedbir alayım bilemedim gece boyunca, çünkü yaşam bir pamuk ipliğine bağlı, depreme nerede ve nasıl yakalanacağımız belli değil. Hazırlayacağımız deprem çantasına ulaşabilirmiyiz onu da bilmiyorum. ( Deprem çantası pestil gibi betonla zemin arasında kurtarılmayı bekleyen canları gördükçe anlamsız geldi.) Belki de boynumuza bir düdük asarak uyumak daha uygun!

Doğa karşında nasıl da aciz bir durumdayız! Sevgili Gaia’mızın (toprakananın) gücünü nasıl da unuttuk… Altını oyduk, üstünü talan ettik…

Oysa biliyoruz neyin ne olduğunu buna rağmen tüm kaynakları hızla tüketip, evrensel yasaları görmezden gelip, hak ve hukuka aykırı davranışlar içinde, vicdan ve merhametimizi kaybetme noktasında sona yaklaşıyoruz.

İyi ya da kötü diye adlandırdığımız herkes biliyor ki “İlahi Adalet” hiç şaşmaz, unutmaz, es geçmez, er ya da geç tecelli eder. Eder etmeye de, kurunun yanında yaş da yanıyor işte.

Bunu neden yazıyorum! Bir defa daha anladık ki insanları öldüren deprem değil. Binaları yaparken eksik malzeme kullanarak kar elde eden ve uygun zemin etüdü yapmayarak bu duruma zemin hazırlayanların katkısı büyük. Binaların yıkılma şekli, hiçbir kolonun ayakta olmaması, binanın temelden içe çökmesi bunun en iyi kanıtı.

Bunları depremin üzerinden geçen 35 saatin sonunda yazıyorum.

Pek çoğumuz bu depremi hafif atlattık ama şu an ne yazık ki hala enkaz altında kurtarılmayı bekleyen canlar var. Depremde kaybettiğimiz canlara, Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum.

Ben hala hafif sallanıyorum, bu durum sık sık olan artçılardan mı yaşadıklarımın etkisinden mi bilmiyorum…

2020 Yılının bizlere katkısını görmezden gelemeyiz bunca acı ve kaosa rağmen ama bu katkıların neler olduğunu başka bir yazıya bırakalım..

Tolstoy ne demişti; acı duyabiliyorsan “canlısın”, başkalarının acısını duyabiliyorsan “insansın”.

İçinde bulunduğumuz bu durumda geçecek biliyorum ama yine de hiç tadım yok, çok ama çok üzgünüm!

Geçmiş Olsun İzmir, umarım en kısa sürede yaralarını sarar ve eski neşene kavuşursun…

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir