Hamdi YILMAZ – Dişi Lawrence’e karşı Çiçero’nuz var mı?
1931 Doğumlu Mihail Gorbaçov, 1989 yılında dağılan Sovyetler Birliği’ne Başkan olup, fotoğraf ve görüntüleri basında sık sık yayınlandığı sıralarda Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinden bir eski zaman komplo teorisi hortlamıştı.
İddiaya göre Gorbaçov gençliğinde Pınarbaşı’nın Çerkez köylerinin birisinde imamlık yapmıştı. O günleri yaşayan köylülerden biri veya birkaçı Gorbaçov’u başındaki çiçek gibi mor benekten tanımıştı. İddia hatırımda kaldığı kadarı ile yerel basında çıktıysa da ulusal basına sıçrayamamıştı.
Asıl mesleği avukatlık olan Gorbaçov, iki yıla kalmadan Sovyetlerin ve kendisinin defterini dürünce, Pınarbaşı efsanesi de unutulup gitti.
Romanya toprakları da Türkiye toprakları kadar Türkiye’ye karşı yabancı ülke ajanları ile doludur.
Şehit Gazeteci Hasan Tahsin, 1911 yılında iki kardeş İngiliz ajanı Bükreş Saat Meydanı’nda vurduğu için 1916 yılına kadar Bükreş Cezaevinde yattı.
Yahudi bir kızın Bükreş’teki küçük Türk lokantalarının sahipleri ile ahbaplık kurup başına topladığı 2’li veya 3’lü gruplara Türklerin Kürtlere zulüm (!) ettiği masalını anlattığını görmüşlüğümüz vardır.
Terör örgütü sempatizanı birine ait otelimsi it ahırında resepsiyon personeline Batman’a gidip geldiğini, Türklerin Kürtlere zulüm edişini gördüğünü anlatan İngiliz tarih öğretmeninin yakasına yönelmişliğimiz de vardır.
Ama bir de kripto ajanlar var. Bizdenmiş gibi gözükenler, Gorbaçov’un imamlık yaptığı iddiasında olduğu gibi bizi bizden iyi tanıyan kriptolar (asıl niyetini gizleyenler). Böyleleri yukarıda anlattığım tiplerden daha tehlikelidir.
Daha tehlikelidir, çünkü dinimizi hatta dilimizi bizden daha iyi bilirler. Bizi sevdiklerimizle, öz değerlerimizle nereden nasıl vuracakları konusunda donanımlıdırlar. Bu amaç için seçilmiş tehlikeli akıllılardır, olağanüstü çabayla yetiştirilmişlerdir.
Lawrece gibi bağrımıza hançeri saplayacakları güne kadar onların kim olduğunu anlayamayız.
FETÖ’nün kriptoları gibi. Kripto Fetöcüler açıktan Fetöcülere göre nasıl daha tehlikeli ise kripto ajanlar da yukarıda anlattığımız tiplere göre daha zarar vericidirler.
Biz Türkler herkesi kendimiz gibi sandığımızdan böylelerine gereğinden fazla itibar eder makam mansıp sahibi yaparız. Bu açıdan Devletin makam mansıp veya ulufe dağıtıcılarına her zaman büyük görev düşmüştür.
Söz Lawrece’den açılmışken bir de dişi Lawrence var. Bir dediğime bakmayın binlerce. Bir deyişimdeki kastım onların en ünlüleri olan.
Lawrence’nin çağdaşı ve yurtaşı Gertrude Bell. Bir yazarımız onu şöyle özetliyor, “Geride dokuz kitap, 16 günlük, 7 bin fotoğraf, bin 600 mektup ve çok sayıda şifre licasus belgesi bıraktı. Fakat en büyük ve şeytani eseri, parçalanmış Osmanlı toprakları idi.”
Bayan Getrude’yi yani ‘Dişi Lawrence’yi tanımak için Çöl Kraliçesi adlı filmi izleyebilirsiniz.
Ha bir de züğürt tesellisi kabilinden bizim Çiçero lakaplı Arnavut İlyas Bazna’mız var. Güzeller güzeli dişi Lawrencelere karşı yakışıklı Çiçero! Alman Büyükelçiliği’nin uşağı Çiçero!
Arnavut marnavut uşak muşak, sonuçta bizim Çiçero’muz.
Bana kalırsa, Dişi Lawrencelere karşı Çiçero bulmadan yola çıkmayın.
***
İKİNCİ YAZI
Lawrence’tan günümüze
Değişen her şey gibi, ajanlık mesleği de tarihi seyir içerisinde günümüzdeki girift yapısına kavuştu.
Araplara, Türk düşmanlığı aşılamak ve kutsal mekanları İngilizlerin emrine almak için olup biteni her Türk aydını bilir. O günlerde çağının gözde ajanı “Lawrence, Hicaz’da isyanı geliştirmek için kendi akıl ve zekâ kabiliyetine güveniyordu. Lakin bir de Arapların içinden, kendisine yardımcı olacak bir şefe ihtiyaç vardı. İhtiyar ve baba Şerif Hüseyin faal bir şef olamazdı. Oğullarından Abdullah’ı tombul ve rahatına çok düşkün, Ali’yi saf, Zeyd’i soğuk, durgun ve heyecansız buldu. Sadece Faysal’ı beğendi.”
“Lawrence hatıralarında bu konuda şöyle der:
‘Beni dikkatle süzen, beyaz ipekler giymiş bir şahsiyet gördüm. İlk bakışta anladım ki, Arabistan’da aradığım ve benim kendisine hizmet için gelmiş olduğum adam. Yani Arap isyanını zafere ulaştırabilecek şef gücüne haiz ve bizim hizmetimizden ve yardımımızdan istiğna etmeyecek akıllı adam bu idi. Bu zat bana sordu ‘Ordugahımızı nasıl buluyorsunuz?’ Ben de güzel fakat Şam’a pek uzak dedim. Şam kelimesi orda bulunanların içine bir kılıç gibi saplandı. Hepsinde bir kıpırdanma oldu, kaskatı kesildiler. Bir dakika nefeslerini tuttular. Hepsi uzak seferin hayaline dalmış gibi oldular. En nihayet Faysal bana dönerek güldü. ‘Elhamdülillah Türkler daha yakın’ dedi.’ Lawrence Şerif Faysal’ı işte böyle seçti.
Ve ondan sonra onunla bir iş birliği yaparak asilerin ihtiyaçlarını top, tüfek, altın dinamit, erzak, malzeme, araç, öğretmen, uzman, teknisyen vesaire tespit edip temine koyuldu. Ve Yenbu karargahına giderek ilk iş olarak bir üs kurdu.”
Şimdi ülkemizde yabancı ajanların cirit attığı haberleri medyada yer bulamasa da bunlara Bükreş’te bile rastlamak mümkün. Türkiye’de yeni gelmiş bir Lawrens tosuncuğu ile Bükreş’te pespaye bir otelde karşılaşmıştım. Adamın anlattıkları yalanlar tahammül edilir gibi değildi.
Yakasını toplamama ramak kalmıştı ki, aklıma Bükreş’te kardeş iki İngiliz ajanını vurduğu için Bükreş hapishanesinde nice altın yıllar geçiren gazeteci, İzmir’de Yunan’a ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin geldi.
Demem o ki, bundan bir asır önce çevrilen dalavere neyse, bugün de aynı. Araçlar, aracılar farklı ama metot aynı. Amaç tek. Türk düşmanlığını artırmak, yaymak. İşin tuhafı da biz en yetkililerimizin ağzında kime ‘Türk’ diyeceğimizi tartışırken, el oğlunun kimin Türk olduğunu iyi bilişi ve hedef tahtasına oturtuşu.
(Bu yazı 22.04.2009 tarihinde yayımlanmıştır)
***
ÜÇÜNCÜ YAZI
Almanya ve Avusturya’nın beslediği Osmanlı basın kuruluşları
Lawrens Arap çöllerinde cirit atarken, Bab-ı Alî’de fink atan yoldaşları, arkadaşları, yurttaşları, çağdaşları vardı. Lawrens’in çağdaşlarının beslemelerini bugün biliyoruz. Bakın o dönemin besleme medya kuruluşları hangileri imiş. Bundan birkaç yıl önce Rehan Gundoğmuş, Grundlagen der deutschen Kaukasus’un “Turkei Politik”adlı eserinden derlememişti. Bu derlemeye göre:
“26 Eylul 1914 tarihinde Büyükelci Wangenheim’in Alman Başbakanlığı’na göndermiş olduğu raporunda, Osmanlı üzerinde Almanların etkinliğinin sağlanması için 10 Türk Gazetesine 1000 Ltq. (O zamanki Alman para birimi) para ödendiği belirtilmis.
Aynı Wangenheim 15 Ekim 1914 tarihli raporunda ise Mehmet Zeki beyin ‘La Defense Nationale’ Dergisinin Berlin’deki Sanayi ve Ticaret Bankası’ndan (Bank fur Handel und Industri ) yardım (!) aldığını yazmış.
Wangenheim, Rusların Turuncu Kitap siyasetine yollama yaparak, Alman ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının gözlerini açmalarını ve Osmanlının, Arap dünyasının, Akdeniz, Karadeniz Bölgesinin, Balkanların, İran’ın Arap bölgesinin ve Magrip ülkelerin medyasının yemlenmesine işaret ederek, yürütülmesi gereken Alman Medya politikasının neler olması gerektiğini hep bu raporları vasıtasıyle Başbakanlığa iletmis.
Pallavicinis’in 25 Subat 1915 tarihinde Medyayı yemleme ve bu yöntem ile Türk Kamuoyunu etkileme politikası çerçevesinde 1908 senesinden beri İkdam Gazetesi’ne aylık 50 Napoleons, yıllarca Turqui Gazetesine aylık 22 Napoleons ve 70 Piaster, Jeune Turk’e her ay 20 Napoleons, savaşın başlamasından beride Ceride-i Havadis gazetesine aylık 5 Napoleons. Büyükelçiliğin marifetiyle Berlin’deki Bankadan yemlenen La Defense Nationale dergisine ise Pallavicini her ay 100 Napoleon ödemiş.
Medyamızı, Almanların yemlemesine ilaveten, Avusturya – Macar İmparatorluğu’nun her yıl yemlediği gazeteler ise şu sekilde; İkdam 1000 Ltq. (Almanlardan da alıyor), Sabah 1000 Ltq., Tanin 1000 Ltq., Tasvir-i Efkar 500 Ltq., Tercüman 500 Ltq.
Bunların dışında Avusturya – Macar İmparatorluğu’nun gönderdiği belgelerden Vakit, Hilal Gazetelerinin de yemlendiği anlaşılmakta.”
Varnalı Bulgar Yahudisi 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas da Yunan gazetesinde yazdığı anılarında Zekeriya Sertel’in resimli ay dergisine 30 bin dolar verdiğini yazmıştı. Bugünkülerin foyası ise Karen Fog beslemelerinin deşifresi ile kısmen ortaya erken çıkmıştı.
(Bu yazı 01 Eylül 2012 tarihinde yayımlanmıştır)
***
DÖRDÜNCÜ YAZI
Türk, İngiliz sevgilisini bırakıp giderse o kızın hali ne olacak?
Yılbaşı öncesi Rusya’nın Romanya Büyükelçiliği internet üzerinden dağılan Sovyetler Birliği ordusu olan Kızılordu askerlerinin ‘Tecavüzcü ve soyguncu’ olmadığını Romenlere anlatmaya çalıştı.
Rus Büyükelçiliği üstelik Stalin faşist değil de liberal demokratmış gibi Romenlere ‘sizi fazşizmin pencesinde kurtardık’ diyerek ‘teşekkür bekliyoruz sizden nankörler’ demeye getirdi.
***
Eskiden Anadolu’da kadınlar mahallede haşarılık yapmaktan alıkonulamayan yaramaz çocuklara öfkelenince “Rus tohumu’, ‘Rum tohumu’, ‘Yunan tohumu’, ‘Ermeni tohumu’, ‘Bulgar tohumu’ gibi yakışıksız ifadeler kullanırlardı.
Hatta bunu daha önce yazdığımız için Ermeniler adına kayıt tutan dangalaklar tarafından da fişlendiğimizi görmüştük.
Bu, halk şuuraltının öfkeye hâkim olamayınca dışa vurumundan başka bir şey değildi.
***
Bizim halkın İngilizlerle ilgili dışa vuran şuuraltı vardır.
Mesela, Anadolu’da erkekler, her ne kadar “İngiliz’den Evliya, sakın koyma avluya” gibi olumsuz öz deyişler sıralasa da bunların arasında birisi daha varki, herkes bilir. “Asılacaksan da İngiliz sicimi ile asıl!”
Verdiğimiz her iki örnek olumlu ya da olumsuz anlamda İngilizlerin işini iyi yaptıklarının göstergesi.
Lawrens gibi ajanları da sağlam, ipleri de sağlam.
***
Romanya’da yaşayan bir Türk vatandaşı eşinin Romen oluşuna dayanarak İngiltere’ye gider. İş bulur çalışır ve bu arada İngiltere’den oturum ister.
Bizim Türk’ün Romen eşi sürekli İngiltere’de kalmadığı için İngilizler Türk’ü samimi bulmazlar ve oturum talebini ‘samimiyetsizlik’ gerekçesi ile reddederler. Bilmem kaç gün içerisinde İngiltere’yi terk etmesini isterler.
Buraya kadar olup biteni anlamak mümkün.
Mümkün de bundan sonrasına dikkat lütfen!
Oturum talebi reddedilen Türk vatandaşını çağırırlar, isterse itiraz hakkının olduğunu, bu karara itiraz edebileceğini söylerler.
Hukuk devletidir, bunu da anlamak mümkün.
Bizimki güçlük çıkartmaz, “tamam, gideceğim’ der.
Ama İngiltere’den ayrılmak o kadar kolay değildir.
İkide bir itiraz hakkı olduğunu hatırlatarak pek çok soru sorarlar.
Sordukları sorulardan biri nedir biliyor musunuz?
“Aşık mısın, burada bir sevgilin var mı?”
Türk şaşırır, bu sorunun soruluş sebebini merak eder.
Eğer, Türk bir İngiliz vatandaşına aşıksa, İngiliz vatandaşı da bizimkini seviyorsa, Türk’ün ülkeden kovulmasından dolayı sevgilisi İngiliz acı çekermiş!
Kendi vatandaşını bu kadar düşünen bir devlete şapka çıkartılır.
Bunun üzerine söylenecek söz çok da yerimiz bitti.
(Bu yazı 4 Mart 2020 tarihinde yayımlanmıştır)