Hamdi YILMAZ & Anlayamadıklarımız

1995 yılında tanıdığımda 66 yaşındaydı. Eşinin ve iki çocuğunun “artık çalışma, dinlen” diye ısrar etmelerine rağmen, “Ben evde oturup ölümü bekleyecek insan mıyım” diye bir çocuk gibi Amerika’daki evinden kaçarak Almanya’ya gelmişti. Bir Alman firmasının Türk Gıda Bölümü’nün başına geçerek bir nevi hayata sıfırdan başlamıştı.

Oysa yıllar evvel Almanya’da ilk Türk süpermarketini açan, bunların sayısını 15’e çıkararak yılda Alman devletine 2.5 milyon mark vergi veren de oydu. Hasta evlatlığının tedavisini gereği gibi yaptıramamaktan bunalmış ve tasını tarağını toplayarak Amerika’ya gitmişti. Bir zamanlar devlete 2.5 milyon mark ödediği ülkede hayata 66 yaşında evden kaçarak tekrar sıfırdan başlayan bizim Tokatlı Lütfi Bakır’dı. O sıralar ciğerleri gece 140 kez duruyordu, burnuna makina takarak uyuyordu.

Almanya’daki ikinci hayatında da pek çok Türk’ün iş adamı olmasına katkısı olduğunun yakın tanığıyım. Bir keresinde birlikte oturduğumuz Türk iş yerine elindeki bıçaklarla giren Türk gencinden bıçak satın alşmıştı. Satıcı gittikten sonra, özel hayatını da yakınen bildiğimden sormuştum, “Ağbi ihtiyacın yok ki, niye bıçak aldın?”. Cevabı, “O Çocuk satmanın tadını alsın, başarabileceğini görsün diye düşünerek aldım” şeklinde olmuştu.

Ana iş alanı gıda olmasına rağmen gitmiş Kütahya’nın köylerinde el işi kilim toplamış, Alman patronu ikna ederek 100 bin mark ödettirmişti. İstanbul’da bir kadın derneği üyelerinin yaptığı 10 bin marklık da el işini satın almıştı. Onları satmaya çalışıyordu. Kadınların 10 bin marklık satıştan nasıl keyif aldıklarını anlatır, için için sevinirdi.

Kendince beyninde kısa adına MEDET dediği “Milletin Elemeğini Değerlendirme Teşkilatı” diye bir kurum kurmuş, kendi boyutunu aştığı için de devleti işin içine çekmeye çalışıyordu. 1 milyon aileden yılda o ailenin geçimini temin edecek kadar elden yapılma ürün, eşya alacaktı. Oturup ince hesabını da yapmıştık. O sıralar Türkiye’den yeni ayrıldığımdan Vakıflar Bankası mevzuatının bu işe uygun olacağını biliyordum. Sonra da yurt dışı temsilcilikler vasıtası ile “Alman komşuna bir Türk elişi hediye et kampanyası” açarak bunları satmayı planlıyordu.

Tansu Çiller Başbakandı. Bonn o zamanlar Almanya’nın başkentiydi. Çiller de Bonn’a geliyordu. “Beni Başbakan ile görüştür” dedi. Hani gazeteciyiz ya.. Şans yaver gitti Çiller’in basın müşaviri eski bir tanıdık çıktı, görüştürdük. Çillerle onun bir odada baş başa kalmalarını sağladık. Yanlarında da şimdilerde Ermeni avukatlığına soyunduğunu duyduğumuz, o günün Bonn Büyükelçisi Volkan Vural.

Çiller, Lütfi Bakır’a, “Leb..” dedirmiş ama “Leblebi” demesine izin vermemiş, “Siz Sayın Büyükelçi’ye aktarın. O bana anlatır” demişti. Büyükelçi de, “Seni kim soktu bu odaya, Başbakanla nasıl görüşebilirsin?” diye bir güzel fırça basmıştı.

Yerimiz doldu, hikayenin devamı yarın..

(Bu yazı 11 Mayıs 2009 tarihinde yayımlandı)

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir