HAMDİ YILMAZ & BEDEL
Bazıları, “Tarih kazananların uydurduğu yalanın hikâyesidir” der. Bu görüşe yüzde yüz katılmak mümkün olmasa bile içerisinde gerçeğin payı yok mu?
Ya hukuk?
Anlatayım.
Sizin haberinizin bile olmadığı 13 liralık borcu kan emici sülüklerden biri satın almış. Karşınıza çıktığı andan itibaren iz süre süre gidiyorsunuz sonunda adı bilmem ne olan “Varlık Şirketi” adlı bir çete tipi kuruma ulaşıyorsunuz. Sonuç, kapatmak için sizden 1000 liraya yakın para istiyorlar. Lanet okuyarak, beddua ederek ödüyorsunuz.
Gerçeği öğrenmek için bir o kadar değerde zaman harcıyorsunuz. Başka çareniz yok. Yoksa hep ayak bağı olacak.
Kimmiş bu ‘Varlık Şirketi’nin sahibi diye araştırdığınızda, şimdilerde UBER sürücülüğü yaparak, çalıştığı bölgeyi de havaalanı ve üniversite civarı olarak belirleyerek akşama kadar entelektüel kaç yabancıya Türkiye’yi kötülerse, kendisini o kadar kârlı hisseden Ekrem Dumanlı’nın ayağına 5 milyon dolar götürdüğü iddiası fısıltı gazetesinde ayyuka çıkmış deyyus karşınıza çıkıyor.
Toplamış fakirin fukaranın kıldan kendir artık borçlarını bire bin kazanıyor, imparator oluyor. Tutmuş İstanbul’da bir ofis, koymuş içine kendisini hukukçu sanan iki vicdansız insan. Almanya’daki birini arayarak “Filanca adlı yakınınızın şu kadar borcu var, ödemezsiniz oturumunuz iptal edilecek” diyor ve tahsil ediyor.
Öte yandan adını bilmem ne “smart” olarak koyduğu firma ile kamu kurumunun temsilciliğini almış bir başka ‘akıllı’ deyyusun firması vermediği, hiçbir zaman da vermeye niyetinin olmadığı hizmetin bedelini tahsil ediyor.
Hak aramaya kalkışan fakir fukaranın da karşısına bilmem ne kanununun bilmem kaçıncı maddesinin filanca bendi çıkıyor.
Bu vahşi kapitalizmin kucağına oturmuş her ülkede böyle.
Şairin, “Ağzım kurusun, yok musun ey Adlî İlahi?” diye feryat ettiği günleri yaşıyor insanlık.
Dindarı geliyor, dinsizi geliyor, liberali, sosyalist, komünisti, milliyetçisi geliyor. Ama bu düzen değişmiyor.
***
Romanya’da uçkuru düşük Türklere 100 dolara dini nikah kıyarak ticari (!) hayata atılmış, şimdilerdeyse Türkiye tarafından aranıyor olmasına aldırmadan sümüklü mehdi Fetullah’ın Yunanistan’daki kaçaklarına TIR TIR iaşe gönderen bir başka ‘Deyyusu Ekber’ ile Bükreş Mahkemesi’nde hesaplaşıyoruz.
Bütün sinirleri alınmış gibi sakin sakin boynunu bükerek, Romanya’ya yalandan övgü düzerek masumiyetini, mağduriyetini anlatacak. Yüzsüz olduğu için kızarma filan da görmeyeceğiz.
Bu yazıyı da alıp koşacak yarınki duruşmaya biliyorum.
Merak ediyorum, “Deyyusu Ekber”i Rumence’ye nasıl çevirttirecek?
Şikâyet evrakı Rumence ve 206 sayfa.
Kanun maddelerinin yanı sıra Cumhurbaşkanlığı kararnamesi de bulmuş. 1 milyon ley istiyor benden! Kazanıp alırsa, sanki olmayan yüze sahip olacak, sanki taşeronu oldukları ona madalya takacak. Sanki, kendisine Türkiye kapısı açılacak, ihanetleri unutulacak. Sanki Mecidiye’nin rahmetli Belediye Başkanı mezarından kalkarak, “Ben bunlar kadar çirkef insan görmedim” sözünü geri alacak.
Şimdi Allah’tan başka sahibi olmayan ben, bu “Allahsız ve ahlaksız Allahçı” ile nasıl mücadele edeceğim?
Üstelik de neredeyse “FETÖ” demenin bile suç addedildiği bir ülkede.
Mehmet Akif gibi, “Ağzım dilim kurusun, yok musun ey Adli İlahi!” diye feryat ediyorum.
Namık Kemal gibi de “Dönersem kahpeyim millet yolundan bir azimetten!” diye kendi kendime bir kez daha söz veriyorum.
“Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!” demiş Mustafa Kemal Atatürk.
İçinde bulunduğumuz “imkân ve şeraiti” dün düşünmedik bu yüzden banka hesabımız blokeli. Bugün de düşünmeyeceğiz, yarın da düşünmeyeceğiz. Yapmamız gerekeni anında yaptık ve yapacağız. Bedelsiz sevginin olmadığını biliyoruz.
“Şu öksüz Türklüğümü”zü de “Bin cihana” değişmedik, değişmeyeceğiz.