SERPİL YILMAZ & Duygu Karmaşası
Yaşam amacını hatırlamayan insanlık kendini yok etmeye devam ediyor. Belli ki aynı oyunu oynamaktan ve aynı sonucu almaktan bıkmamışlar.
Bazı acıların tarifi yoktur ve çok da insanca bir duygu olduğu sanılsa da tüm canlılar acı çeker ve üzülür yitirdiklerinin ardından. Sevdiği birini kaybetmenin boşluğunu hissetmeyen hemen hemen yoktur dünya üzerinde. Peki sadece biz insanlar mı hayatımızda ki bir insanı kaybedince mi çok üzülürüz?
Bu acıyı diğer canlılar için de hissedemez miyiz?
Hayvanların ve bitkilerin de üzüldüğünü biliyor muyuz?
Burada kaybetmekten kastım, fiziksel bedenin ölüp ruhun yükselmesidir…
Eskilerin deyimiyle bir söz vardır “Allah sıralı ölüm versin” derler. Sıralı ölümden anlayacağımız ise kişinin doğal şartlar içerisinde yaşını yaşayıp, yaşlılık evresinde yatağa muhtaç olmadan ruhunu teslim etmesidir. Ölümün belki de en makbul olanı budur yaşını alıp sessizce ruhun hakka yükselişi…
Yaklaşık son iki yılda o kadar çok kayıplar yaşandı ki dünya üzerinde her birimiz payımıza düşeni aldık. Ecel hiç de adil davranmadı yaşlı veya genç ayırmadı, depremler, ani sel baskınları, koronavirüs derken durumlar iyice kötüye gitti ve gelecek belirsiz.
Biz insanların ilginç bir düşünce yapısı var. Sadece bir insan ölürse üzülürsün, acı çekersin, diğer varlıkların bir önemi yok. Hayvanlara işkence edilmiş, ormanlar yanmış, ormanda yaşayan canlılar evsiz kalmış, denizlere kimyasal atıklar bırakılmış, denizdeki canlılar ölmüş kimin umurunda!
Değil mi ki, bu yaşamda bütünü tamamlayan canlı cansız her şey bizim için yaratıldı? Ne büyük yanılsama…
“Belki de biz onlar için yaratıldık” böyle düşünmek akıllarına gelmese de insanların, birbirimize iyi bakmakla mükellefiz, insan, doğa, hayvan, bitki ayırmaksızın hiç şüphesiz…
İnsanoğlu doğuştan mı acımasızdı, sonradan mı oldu bilinmez, giderek bencil ve duyarsız varlıklara dönüşerek, yaşam amacıyla çelişkiye düşüyor. Kendi öz varlığına saygı duymayan insan, diğer canlılara ne yapmaz ki?
Neden bu kadar karamsarım anlatayım: sanki bunca zaman yaşamdaki tüm değerlere beslediğim güzelliklere rağmen, içimde gizli bir kavanozun kapağı açıldı sanki!
Yaşamlar boyunca kendi de dahil her şeye zarar veren insanoğlunun bu yaşam yolculuğunda, içinde bulunduğumuz döneme dair daha bilinçli, doğaya, hayvanlara ve birbirlerine karşı daha saygılı, hoşgörülü, sevgiyi besleyip büyüteceklerine dair, gizli gizli bir umut besliyormuşum hiç haddim olmadan…
Kendi kendisiyle bile ilişki kuramayan insanlara dair gerçekleşmesi güç olan bir duyguyu geliştirmişim içimde. Şefkat ve merhamet duygusundan yoksun, kadına ve çocuğa hakkettiği değeri verememiş, toprağa dokunmamış, bir ağaç dikmemiş, hiçbir hayvanın başını okşamamış, empati duygusundan yoksun olan insanlara dair… Biliyoruz ve hatta görüyoruz ki hiçbir zaman azınlık olmadılar.
Sonsuzluklar boyunca kim bilir kaç defa öldü de yine de uslanmadı insanlık. Kimseye kalmayacak olan bu dünyada yakıp, yıkıp, öldürmeye ve ölmeye devam ediyor.
Oysa tüm varlıklarla olan ilişkimiz dünya yolculuğumuzda ki tekamülümüzün bir parçası iken…
Yaşadığımız tüm sahneler bana “westworld” adlı dizide olduğu gibi yapay bir simülasyonun içindeymişiz duygusu veriyor ve bu durum çok sıkıcı.
Bütün bu duyguların ben de açığa çıkmasına neden olan sosyal medyada, “unutmadık” etiketi ile yapılan paylaşımlar, siyasetçilerin topluma olan bakış açısı, kadına, çocuğa ve hayvana uygulanan şiddet, uygulanmayan hak, hukuk, görmek, duymak istemesek de bir şekilde önümüze düşüyor.
Hal böyle olunca üstüne bir de kedimin başına gelen ve beni sorularla baş başa bırakıp, melek olup gidişi de etkili oldu sanırım. Hayat böyledir ya hep, gelip o son bir damla bardağı taşıracak…
Birkaç gündür böyleyim sanmayın bu duyguda kalırım!
Yarın belki de yeni bir neden bulur yine tutunurum bir umuda…