Fethullah Gülen Örgütü ve Romanya- 2 /’ÇAVUŞESKU’YA DEDİM Kİ’

*“Ben örgütten koptuktan sonra normal bir insan olabilmek için neredeyse on yılımı verdim” Prof. Dr. Ahmet Keleş

*Diziyi Hazırlayan: HAMDİ YILMAZ

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

 ‘Çavuşesku’ya dedim ki’

Fethullah Gülen ve Salih Özcan.. İkisi de Kenan Evren Döneminin Türkiye’ye armağanı! İkisinin de piri ‘Mustafa Kemal Atatürk’ten’ intikam sevdalısı, O’nun kurduğu Cumhuriyeti yıkma yolunun beyhude yolcusu Bediüzzaman dedikleri Said-i Kürdi yada Said-i Nursi..

Aralarında bir kuşak sayılabilecek yaş farkı olsa da, ikisi de aynı yolun yoldaşları.

Biri ‘Üst akıl’ın diğeri  ‘Üst akıl’ın emrindekinin adamı. Yani aynı şey..

Özal’lı yılların sonunda yolları ayrılmış gibi gözükse de farkları ‘Patron’ farklılığından ibaret.

2010 yılı Eylül’ünde Moral Dünyası adlı bir dergiye Salih Özcan Romanya faaliyetlerini anlatan bir röportaj verir.

Fetullah emrindeki Cihan Haber Ajansı bu röportajı allayıp, pullayarak sağır sultana bile duyurur. İkisi için de Romanya iyi bir soygun aracı..

Bu röportaj, gazetemizin Anayurt ismini taşıdığı günlerde okuyucuya ‘Çavuşesku’ya dedim ki’ başlığı ile aşağıdaki şekilde duyurulur.

***

Sudi Arabistan kökenli Rabıta örgütü kurucusu ve yine Suud sermayeli Faysal Finans’ın hissedarı olduğu belirtilen Salih Özcan Devrik Romen Diktatörü Nikolay Çavuşesku ile anlaşma yaparak Romanya’da Kur’an Kursu açtırdığını ileri sürdü.

Özcan, Çavuşesku ile anlaşma yapacağını Saidi Nursi’nin kendisine ‘Sen bir devlet reisiyle anlaşma yapacaksın’ diyerek bildiğini de iddia etti. Özcan, Nikolay Çavuşesku ile yaptığı pazarlığı da anlattı. Özcan devrik diktatörle Bükreş’teki Dışişleri Bakanlığında görüştüğünü ileri sürdü.

Salih Özcan, Çavuşesku’ya anlaşma imzalattığını Türkiye’de yayımlanan Aylık Moral Dünyası Dergisi’ne verdiği röportaj sırasında ileri sürdü. Dergide yer alan röportajın ilgili bölümlerini aynen yayımlıyoruz:  

***                                                                                            

Bediüzzaman Said Nursî, talebelerinden Seyyid Salih Özcan’a “Sen bir devlet reisiyle anlaşma yapacaksın” der. Salih Özcan’ın o zaman bir anlam veremediği bu sözler yıllar sonra gerçekleşir. Özcan, Romanya’nın diktatör devlet başkanı Çavuşesku ile görüşerek Romanya’da Kur’an kursu açılması konusunda anlaşma imzalar.        

Üstad Hazretleri bana bir gün, “Sen bizzat, bir devlet reisi ile bir anlaşma yapacaksın” dedi. Ben o zaman kendi kendime, “Yahu, ben kim, devlet reisi ile anlaşma yapmak kim? Ben devlet reisinin yanından, hatta mahallesinden bile geçemem. Herhalde Üstad bana iltifat ediyor veya acaba ne demek istedi?” gibi çelişkilere kapılmıştım.

Ben böyle düşünürken Üstad benim kafama vurdu. “Keçeli, ne düşünüyorsun? Sana söylüyorum, sen bir devlet reisi ile bir anlaşma yapacaksın” dedi.

Sene 1976 veya 1977 idi. Bir gün Rabıta’da bir toplantı sırasında şöyle bir karar alındı: Üç kişi Avrupa ülkelerini tek tek dolaşacak. İspanya, Fransa, Portekiz, Romanya, Belçika, Hollanda, Bulgaristan ve diğer ülkeler ziyaret edilecek. Oradaki azınlık Müslümanların durumu hakkında araştırmalar yapılacak ve rapor tutularak değerlendirilecek.

Üç ay kadar sonra bir telgraf geldi. “Uçak biletleriniz ve diğer evraklarınız hazır, hemen geliniz. Ziyaretlerinize başlayınız” deniliyordu. Ben hemen gittim. Gidecek kadro için tekrar istişareler ve tercihler yapıldı. Ben dâhil üç kişi önce Fransa’ya, Almanya’ya, Belçika’ya vs. ziyaretlerimizi yaptık, raporlarımızı tuttuk.

SIRA ROMANYA’YA GELDİ

Nihayet sıra Romanya’ya geldi. O yıllarda Romanya devlet reisi olan Çavuşesku’nun zulümleri ve Müslüman halka yapılan mezalim çok fazlaydı. Hatta Romanya’dan geçen işçilerimizin bile arabaları aranır, Kur’anlara el konur ve yakılırdı. Bir de baktık ki bizi sarıklılar karşıladı ve bizi Lido Oteli’ne götürüp misafir ettiler. Yemek teklif ederek, ne yiyeceğimizi bile sordular. Ben etlerine güvenmediğim için sadece sebze tercih ettim. Yemek, namaz ve hafif dinlenme faslından sonra bize “Yarın, saat 11:00’de Devlet Reisi Çavuşesku gelecek, sizleri kabul edecek” denildi.

Biz de peki diyerek, ertesi sabah namazdan sonra erken hazırlanıp sefaretleri (Mısır, Kuveyt, Irak, Fas vs. gibi tüm İslâm ülkelerinin elçiliklerini) dolaştık. Çünkü onlar da toplantıda hazır bulunacaklardı. Taleplerimizin altyapısını oluşturduk. Onlar bize, “Evet çok haklısınız, siz onun huzurunda bu problemler hakkında ne söylerseniz, bizler de evet diyeceğiz” dediler.

Saat 11.00 olunca Dışişleri Bakanlığı’nda yerimizi aldık. Çok büyük bir masa etrafında bizim için ayrılan yere oturduk. Bir sürü sarıklı din adamları ve müftüler hazır bulunuyordu. Diğer yanda da büyükelçiler hazırdı. Bir müddet sonra Çavuşesku içeri girdi ve kendisi için hazırlanmış olan çok büyük ve haşmetli koltuğuna oturdu. Açış konuşmasından sonra bizlere “Buyurun, ne istiyorsunuz?” dedi. Yanımdaki arkadaşım Abdülkadirî bana “Sen cevap ver” dedi.

Ben kalktım, “Efendim, millet sizden çok memnunmuş. Ülkenizde yaşayan 66 bin Müslüman da memnun. (Halbuki illallah diyorlar ama çevresindekiler ona bildirmiyormuş. Fakat bizim, şikâyetlerle başlamamız yanlış olurdu.) Ancak, bakınız Hıristiyanlar dinlerinin gereği olarak Roma’ya serbestçe gidiyorlar. İsterlerse çocuklarını bile orada okutabiliyorlar. Yahudiler, Telaviv’e serbestçe gidiyorlar. Oysa Müslümanlar, dinlerinin gereği olarak senede bir olan toplantılarına bile gidemiyorlar (Haccı kastediyorum)” dedim.

Çavuşesku müftüye dönerek “Müftü efendi, bundan sonra gitsinler” dedi. Müftü efendi, çaktırmadan bana sağ eliyle yazı ve imza işaretleri yapmaya başladı. Ben vaziyeti anladım. “Sonra unutulur gider ve bir hak arayamazlar. Sözleşme yapmak lazım” diye düşündüm.

Ben de hızlıca kendimi toparlayarak “Efendim, sizlerin meşguliyetleriniz çok, bunlar unutulabilir. Müsaade ederseniz bir kâğıt versinler de kayıt altına alsak” dedim. Yanındaki devlet bakanına bakarak “Onlara kâğıt verin” dedi. İki tane kâğıt getirdiler. Ben bu ilk maddeyi yazarken, Çavuşesku birden itiraz ederek “Yalnız biz onlara, toplantıya gitmeleri için para mara vermeyiz!” dedi. “Tamam efendim, gerekirse biz veririz” dedim.

Çavuşesku “Tamam o zaman, başka ne var?” dedi. Ben yine “Efendim, Hıristiyanlar İncillerini buradan alıyorlar, Yahudiler Tevratlarını Telaviv’den getirtiyorlar.

Oysa Müslümanlara bu hak verilmiyormuş. Hatta ülkenizden geçen işçilerimizin bile Kur’anlarına el konup yakılıyormuş. Onlar da Kur’anlarını istedikleri yerden temin etmelidirler” dedim.

Çavuşesku bu konudaki görevliye dönerek “Bundan sonra serbest geçsinler ve buradakiler de kitaplarını temin etsinler” dedi. Ben kendisine işaret ederek, bunları da kâğıda yazdım. Çavuşesku “Peki, başka bir şey var mı?” dedi. Ben de “Efendim, Müslümanlar da diğerleri gibi Kur’anlarını serbestçe öğrenip, rahatlıkla okumalıdırlar” deyince, buna hemen itiraz etti. “Bu olmaz. Okulları ne olacak?” deyince ben hemen “Efendim, okul tatillerinde okusunlar!” dedim. Çavuşesku “Peki, tamam. Öyle olur. Kendi kitaplarını okusunlar” dedi. İşaret ederek bu maddeyi de sözleşmeye yazdım ve bu kâğıdı yardımcılarıyla göndererek imzalattım.

Bu olaydan sonra Türkiye’ye döndüğümüzde Sabri Ülker’den rica ettim. Romanya’ya 5 bin tane Kur’an hediye etti ve gönderildi. O sene Romanya’dan 50 tane hacı adayı geldi ve masraflarını Rabıta karşıladı. Kur’an okutmak için de oradan Köstence’ye gitmiştik.

Oranın müftüsü hocaları topladı ve hocalara sordu. “Hanginiz Kur’an okutmak ister?” dedi. İmamlar da “Hocam biz okuturuz da, yerimiz yok. Cami bahçelerine bizler sebze-zerzevat ekiyoruz. Geçimizi böyle karşılıyoruz. Bildiğiniz gibi bizim maaşlarımız sadece iki dolardır. (Yani Romanya parasına göre 58 ley ediyor.) Bununla nasıl geçiniriz?”

Ben söz aldım ve “Para işini bana bırakın. Ben size Kur’an öğrenen her talebe için 1000 ley vereceğim. Tamam mı?” dedim. (Yani bu 1000 ley, 34 dolar ediyor. Maaşlarının 15 katı.) Hemen üç kişi, yani Hafız Müstecap, Hafız Aziz ve Hafız Ali Efendiler seçildi.

Türkiye’ye döndükten sonra Rabıta toplantısında raporumuz değerlendirildi. Gereği yapıldı.

Okulların tatil döneminin ortalarında, bir miktar para ile Romanya’ya denetlemeye gittim. Müstecap Efendi’nin bölgesine giderek, kaç talebeye Kur’an öğrettiğini sordum. O da talebeleri göstererek “28 talebe” dedi. Çantamdan çıkararak, 28 bin Ley’i sayarak kendisine verdim. Çocukların da her birine, 1000’er ley bisiklet parası verdim.

Diğer bölgeye gittik. Aziz Efendi’yi bulduk. Ona da çocuk sayısına göre paralarını verdim. O da 28 talebe okutuyordu. Oradaki çocuklara da, 1000’er ley bisiklet parası verdim. Diğer bölgeye giderek Hafız Ali Efendi’yi de bulduk. Baktık ki, Hafız Ali Efendi 25 talebe okutuyor. Onlara da 1000’er ley bisiklet parası ve Ali Hoca’ya da 25 bin ley verdim. Yani bir buçuk senelik maaşlarının karşılığını, sadece 2,5 ayda kazandılar.

O gün otelimize geldiğimde, Tayyar Altıkulaç oradaydı. Beni görünce “Salih Hocam, sen ne arıyorsun burada?” diye sordu. Durumu anlattım. İnanamadı. “Gerçekte bu anlattıkların doğru mu?” dedi. Çantayı açarak, makbuzları gösterdim. “Yahu, devletimizin yapamadığını sizler yapıyorsunuz!” diyerek, memnuniyetini izhar etti. Ben kendisine:

“Efendim. Biz değil, Allah yapıyor. Biz aracıyız” dedim.

YARIN: Osman Aziz Hoca, FETO yoldaşını yalanlıyor

Not: 2011 yılında ‘Mehdi gelmiştir’ diyen Salih Özcan 03 Ağustos 2015 tarihinde öldü.

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir