SERPİL YILMAZ & Arzu Olmasaydı Acı da Olmazdı
Yer yüzündeki Tanrı ve Buda eğer bizim gibi konuşsalardı aralarında nasıl bir diyalog geçerdi dersiniz?
“Gördün mü?” dedi Buda, yumuşak bir sesle. “Eğer arzu olmasaydı, şimdi acı olmazdı. Çünkü zevk belirsizliği doğurur, hırs ve şehvet korkuyu. Bunlardan kurtulmak için tek yapacağın köklerini kurutmaktır. Gülümse, dostum. Her şeyden vazgeç. Sanki yokmuşsun gibi davran! Uçtuğunu hissetmiyor musun? Daha şimdiden hissetmiyor musun bunu?”
Titremem durmuş ve terim kurumaya başlamıştı. Heybetli Vindhya Sıradağları’nın altında, Gaya yakınındaki bir tepedeydik. Önümüzde göz alabildiğine uzanıp giden bir orman vardı. Bu teslimiyet dönemi boyunca sık sık hissettiğim bir dürtüye kapıldım ve öğretmeniyle konuşan bir öğrenci gibi birden başımı kaldırarak ona şu soruyu sordum: “Peki ya Tanrı? Bunların hepsini o yaratmadı mı? Tanrı için hiçbir düşüncen yok mu? Onun ne istediği umurunda değil mi?”
Buda’nın yüzünde birer çizgiye dönüşen gözlerinden ve yara izleriyle kaplı yanaklarından başka bir şey göremedim. Bu konuya değinmeyi her zaman reddetmişti; aslına bakılırsa, Tanrı hakkında pek olumlu bir düşüncesi yoktu herhalde. Her şeyi eline yüzüne bulaştıran, yaşamı yaratırken ortaya kusurlu ve hatta korkunç bir şey, alt edilmesi gereken bir hastalık çıkaran bir beceriksiz, belki bir namussuz olarak görür gibiydi Tanrı’yı. Bu hastalığın tedavisi hiçliğe gömülmekti.
Küstahça çıkışıma bir cevap alamayınca, başımı itaatle öne eğdim. Buda hiç istemediğim kadar etkiliyordu beni. Onun önündeyken üstüme bir çekingenlik çöküyordu. Tanrı’ya karşı duyduğu gizli küçümsemeyi hissedebiliyordum ama kendimi savunamıyordum. Ortaya çıkarmayı başardığım iyi şeylere karşı bu kadar ilgisiz olması yüreğimi burkuyordu.
Herakleitos, kuşkusuz abartarak, Tanrı’nın gözünde her şeyin iyi, güzel ve adil olduğunu; sadece insanın gözünde bazı şeylerin adil, bazılarının adaletsiz olduğunu söylüyordu. Beni gözünde fazla büyütüyordu, çünkü yarattığım bütün sorunların farkındaydım ben. Buna karşılık Buda insafsızca hakkımı yiyordu, dünyada kötülükten başka bir şey yoktu ona göre. Buda’nın bana karşı tavrına aldırmazlık edemiyordum, hayatta inkârdan daha güçlü bir şey yoktur çünkü.
İşte tam o sırada, gözümüzün önünde, orman alev aldı. Yangın, göz açıp kapayıncaya kadar, yıkıcı dalgalar hâlinde ilerleyen kızıl ve akışkan bir ışık denizine dönüştü. Buda sarsılmış görünüyordu. Ateşin göz kamaştırıcı parıltısı altında gözlerinin kısıldığını görebiliyordum. Sonunda alışılmadık bir dalgınlıkla ayağa kalktı ve evine çekildi. Ben alevler içindeki ormanı seyretmek üzere orada kaldım. Herakleitos’u ve ateşin her şeyin özü olduğu yolundaki sözlerini düşündüm. Sanki bir mektup almıştım ondan.
Kıpırdayamıyordum. Yanan bir ağaç gördüm, alevlerle sarmalanmıştı, bedenin içine hapsolmuş iskelet gibi. Sonra, küle dönmüş ve rüzgârla sürüklenmiş bir yaprak ayaklarımın dibine savruldu. Akşam olduğunda yangın hemen hemen sönmüştü. Yemyeşil ormanın yerinde, döne döne yükselen dumanlarla kaplı, gri-siyah bir ufuk gördüm.
Buda, o akşam etrafını saran keşişlere yapacağı konuşma için düşüncelerini toplamıştı. Onu son görüşüm oldu bu. Oturduğumuz çayırın karanlığı içinde, külle dolu gökyüzünün altında, o günkü olaydan söz etti ve çıkardığı sonuçları açıkladı. “Her şey ateştir, kardeşlerim dedi, bezgin ve heyecansız bir sesle. “Göz ateşin kurbanıdır. Gözün algılamaları bile ateşe aittir; ve geriye kalan her şey, yakıcı tutku, nefret ve aldanmadır; doğum, yaşlılık, acı ve keder de öyledir. Kulak da ateşin kurbanıdır, işitme de; burun ve koku alma duyusu için de aynı şey geçerlidir. Dil alevler içindedir, zihin ve zihnin gördüğü nesneler de öyle. Bu yüzden benim müritlerim, bunu anladıkça, gözlerine, gözle görünür nesnelere, görme ve işitme duyularına kayıtsızlaşacaklar, bedene ve zihne ve zihnin tasarladığı her şeye kayıtsızlaşacaklar; böylece kendilerini bütün tutkuların esaretinden kurtaracak ve ateşin kasıp kavurduğu bir dünyaya yeniden gelme cezasına bir daha asla mahkûm olmayacaklar. Hayatın kendisi yok olup gittiğinde amacımıza ulaşmış olacağız. Kardeşlerim, büyük bir görev var önümüzde…
Kaynakça: Evrenin Hikayesi/ Franco Ferruccı