TÜRKİYE’DE NELER OLUYOR -8- “ATAMA BEKLEYEN PEYGAMBERLER”-2-

Farklı bir dönemden geçiyoruz. Hem de çok farklı. Merhum Aytunç Altındal üstüne basa basa “2021’de ben olmam ama…” diyerek çok farklı şeyleri bize aktarmıştı. Bunlardan en önemlisi meşhur “2012’de Marduk Dünya’ya çarpacak” şehir efsanesini yorumlarken; “Böyle bir şey yok, Dünya yeni bir kuşağa giriyor, bu yeni bir çağın başlangıcı olacak 10-12 yıl sürecek olan ENİGMATİK Çağ’dır” diyordu. “ENİGMATİK”i de “Hiçbir sır gizli kalmayacak”, diyerek açıklıyordu. O zamanlar hemen herkes “Komplo teorisi” diyor ve “Okumadan âlim, yazmadan kâtip” olanlar da ona “Komplo Teorisyeni” değil “Kompleci” diyorlardı. Ünlü bir siyasetçinin “Kozmik Odaya” “Kozmetik Oda” demesi gibi…

Kızımın “Atama Bekleyen Peygamberler” tezine karşılık konuşmamız devam ederken ona Merhum Aytunç Altındal’dan da bahsetmek durumunda kaldım. Üstteki paragraftakiler de sohbetimizde yer aldı. Ve “Enigmatik Çağ”ın tezahür ettiğine mutabık kaldık. Tabii ki sorularının arasında KKTC’de ortaya saçılan “Bel altı” kasetler de yer aldı.

Orhun abidelerindeki bir cümleden bahsettim kendisine: “Türk Beyleri, Çinli kadının teninin sıcaklığına, Çin İpeği’nin yumuşaklığına kandın da böyle oldun.” Ve ardından açıklama safhası. Beyninden daha çok bel altında yaşayan ve kendilerine “Çapkın” sıfatını uygun gören “Devlet insanları” ile rüşvetçilerden söz ediliyor bu cümlede. On altı küsur devlet hep bu iki sebepten batmadı mı? “Tarih tekerrür eder miydi, ibret alınsaydı?” İşte senin dile getirdiğin “Atama bekleyen Peygamberler” de bu konuda oldukça vukuatlılar. Kadın ya da erkek. Örneğin yedi soyadı olan Üniversite Rektörü özel danışman gibi. Buna tarihi bir gerçeği de ilave edebiliriz. “Kölelik, edinilen bir özellik değildir, kökten gelir.”

Özellikle Yavuz Sultan Selim’den sonra kökleşmeye başlayan “Kul”luk, öylesine bir hal aldı ki, onların torunları da bir türlü BİREY olamadı. Bu nedenle de bu toplumun büyük çoğunluğu hep “Göğsü kıllı” bir otoriteyi özledi. “Sallandır Taksim’de iki tane bak bakalım bir daha yaparlar mı? Ama nerde! Yok ki öyle göğsü kıllı biri…” Ve sonunda öyle birini buldular, bu ülkenin yönetim kadrolarını tayin edenler. İstenen bütün özelliklere sahipti, hatta daha fazlasına. Hanedanlık kurdu. Halkın yaklaşık yüzde yirmi altısını midesinden kendine bağladı. Halkın fukaralarının sayısını artırdı, ardından hazinenin kapılarını açıp kendi kasalarını kepçe kepçe doldururken yere düşenleri de o yüzde yirmi altının önüne attı. Kendine güvenmeyen, kendini küçük ve basit gören, genelde tembel insanlardan oluşan oy bataklığı, parazit olarak yaşamaya başladı. O, onlara kemik attı, onlar da ona oy. Ama bir gün geldi ki bazıları elde ettiği bu paydan mutsuz oldu, dahasını istedi. Baktı ki en iyi gelir kaynağı her hangi bir konuda “Mış gibi yapmak” o da o pozisyonunun zirvesine soyundu. “Allah” adına sığınanlar, “Dindarlık” ardına sığınanlar, “Etnisite” ardına sığınanlar, “Atatürk “ardına sığınanlar, “Milliyetçilik” ardına sığınanlar, “Komünistlik” ardına sığınanlar… Her bir akımdan birileri “Peygamber” olmaya kalktı, şartları oluşturdu ve “Atama” beklemeye başladı.

Aslında “Atama bekleyen Peygamberler” büyük bir akım içinde zıkkımlanmayı kendine yediremeyen arsız asalaklardan başka bir şey değildiler. “Daha! Daha!” diyenlerdi. Hemen hepsi kendilerine bir “dava” icat ettiler, hırsızlıklarına da mutlak surette birer kılıf uydurdular; kimi “Cihad” dedi, kimi “Devrim”, kimi “Kemalizm”… Ve bunlar, gençlerin kanlarıyla abdest alıp namaza durmaktan bile çekinmediler. İnanmayanlar hariç, hepsi aslında “Şirk koşmak”tan çekinmediler. Onlar en iyisini bilenlerdi, onlar vazgeçilmezlerdi, onlar alternatifsizlerdi, “Ben, ben, ben” diye diye dolaştılar ortada. Ama onlar hala “Atama bekliyorlardı.”  Kimden mi? İktidarı tayin edenlerden. Çünkü onların tanrısı onlardı.

Kızım ile fikirlerimiz aynıydı ama o kendi teorisini çok daha çarpıcı bir şekilde dile getiriyordu. Okulundan, çevresinden, ülke siyasetinden örnekler veriyordu ve diyordu ki “Adalet”i yok edenler “Atama bekleyen Peygamberler ile onlardan medet uman edilgen ruhlar” İşte “Z” nesli…

Gelelim Ay’a. Güneş “erkek”, Ay ise “kadın”dır. Güneş olmadan Ay görevini yapamaz, Ay doğurgandır. Ay’ın Güneşi gören yüzü iyiliği, karanlık yüzü ise kötülüğü simgeler. Burada Halil Cibran’dan söz etmeliyiz. “Şehrin ileri gelenleri sordu. “Kötülük” nedir? “Kötülük” diye bir şey yoktur, aslında “Kötülük”, tutsak edilmiş iyiliktir” dedi. Ay ve Halil Cibran’ın  “İyilik” ve “Kötülük” yaklaşımı…

Ay olmasa üreme de olmaz, ürün de. Bu nedenle Türk Mitolojisi’nde Ay kutsaldır. Kutsallığı doğurganlığından ve düzenleyiciliğinden gelir, saçma sapan gerekçelerden değil. Ay’ın oluşumu hakkında çeşitli teoriler var, bunları anlatmak uzun sürer ama AY şekil olarak nerdeyse kusursuz bir küredir, bütün diğer gezegenler ve uydular aksine.  Kabuğu öylesine bir yapıdadır ki, üzerine düşen ve konan her cismin yarattığı çarpma etkisi, yüz yıllarca hatta belki de bin yıllarca sürecek titreşimlere neden olur. Ay çözümsüzdür.

Şems ile Mevlana’nın yaşamı Güneş ile Ay’ın  bu gerçeklerine dayanır. Mevlana Ay gibidir ve ışık vermek için Şems’e yani güneşine ihtiyaç duymaktadır. Şems’in yok oluşu ile Mevlana tüm ışığını kaybettiğini sürekli dile getirmiştir.

İşin en garip yanı, “Atama bekleyen Peygamberler”  için böyle bir sorun yoktur, onlar, kötülük var oldukça, tüm insanlığa yayıldıkça güçleneceklerdir. Sonunda, kendilerini “Peygamberleştiren” müridlerinden önce birbirlerine saldıracak ve yok edeceklerdir. Sonra sıra müridlere gelecektir. Müridler, toplumun en edilgen en korkak yaratıkları olduklarından ve insanlıkla alakaları olmadığından, varlıkları sadece “Atama bekleyen Peygamberleri” güçlendirecek; yoklukları, Dünya’nın, olması gerektiği gibi bir Dünya olmasını sağlayacaktır. Öyleyse “Korkma” ki tutsak edilmiş iyiliği, tutsaklıktan kurtar.

“Peki, şakk-ı kamer?”

Bir sonraki yazımızda. 

Sorular Devam Edecek.

Kürşat Asım KUT

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir