Mehmet Fuat ERGÜN & MALATYAM SENİ UNUTMAK MÜMKÜN DEĞİL
Gitti canlarımız gitti. Gitti anılarımız gitti. Gitti Gündüzbey köyüm gitti.
Gitti Malatya’m gitti.
2.5 sene önce kaleme aldığım 63 sene önce Malatya’m konulu yazımı, asrın felaketinde yüzde yetmişi yerle bir olan Malatya’m için; acı kokan depremin seneyi devriyesinde tekrar sizlerle paylaşmak istedim.
Babamın memuriyetinden memleketim Malatya’dan ayrı şehirlerde yaşadık.
Yine de sağ olsun ailem beni yaz tatillerinde Malatya’ya gönderirdi.
1958 yılları hayatımın en güzeli dönemleriydi benim için.
Üç dayı, iki teyze ve üç amca sahibiyim.
Bu kalabalık ailenin, erkek evlatlarından ilk erkek torunuyum.
Bibilerime isimler taktım. O, küçük yaşımla.
Büyük bibim Zahide, Gündüzbeyin ilk kasaplarından Mınık Hiseyin’le evli. Evde koyun inek bol olunca, Zahide bibimin bacakları arasında koyun derisinden yayıkla sallayarak yaptığı tereyağından adı YAĞ BİBİ.
Ekmekçi Keziban bibim bilik yaptığından BİLİK BİBİM. Malatya’mızın göz bebeği. Tandır ekmek yapacak olanlar aylar önce randevu alırlardı.
Zahide bibimin kızı, Gündüzbey ve İsmetpaşa öğretmenlerinden Osman Akın’la evli, evinin içine yanlışlıkla giren bir kuşu tuttuğu için KUŞ BİBİM.
Üç dayım ve teyzemin kocası eniştem, hepsi adliyede zabıt katibi.
Malatya’ya geldiğimin akşamı, bibimeri, dayımları, teyzemleri görmek için sabahı zor ederdim.
Halamın Amcalarımın birer odasında kaldığı eski adı Sığırlık sokak, yeni adı Akbay caddesi olan no.27 de kalıyorduk.
Alt caddemiz Hasanbey yolu.
O zamanların apartman dedikleri, iki katlı Renkli apt yolumuzun başındaydı. Faytoncuya adres vermeye gerek yoktu. Renkli apt dersek yeterdi.
Taksi bilmezdik. Tek atlı, çift atlı paytonlar vardı. Gece olunca yandaki fenerleri yanan.
Genellikle çift atlı paytonları tercih ederdik.
Fazla olduğumuzda faytoncunun yanına otururduk. Bagajlarımızı faytoncu bacakları arasına alırdı.
Üst tarafımız İsmetpaşa, Gündüzbeye giden yol. Paşanın evinden dolayı Paşa Köşkü denirdi.
Gündüzbeye gidiş gelişlerde ineceğimiz zaman Paşa köşkünde inecek var derdik.
Evimizin önünde harık dediğimiz, bahçelerimizi suladığımız kanal vardı.
Saka amca, sırası gelen evlere su bağlardı.
Evlerde su yoktu. Foto Yusuf’un evinin önündeki mahalle çeşmesinden sitillerle su taşırdık.
Bibimin kızları, evimizin önündeki harıkdaki akan suda, külle bulaşık yıkarlardı.
Bizim evden merkeze Sıtmapınarı denilen parke taşlı tek dar bir yol vardı.
Direkt hükümet konağına çıkardı.
Sağda Malatya’nın ender doktorlarından Azmi Kalaycıoğlu tabelasını görürdük.
Solda eniştemin o zamanlar her çeşit malın bulunduğu büyükçe bir dükkanı vardı.
Sabahları erkenden babaannem kasap pazarında kemik alır; eve getirir bir kazanda kaynatır tüm aile on, on beş kişi oturur yerdik.
Sabah kahvaltımız genellikle isot dediğimiz dolmalık biber kızartması olurdu.
Akşam üzerleri evimizin önündeki küçük bahçemizin bir köşesinde calı çırpıyla pişirilen, bulgur pilavına, bahçeden taze fasulyeye ne demeli?
Gündüzbeye gitmek için evden bir çeyrek saat yürür hükümet konağı yanında sıralı bekleyen burunlu otobüslere biner kalkış saatini beklerdik.
Önceleri Gündüzbey otobüsleri yok denecek kadar az olduğundan İsmetpaşa otobüslerine biner; İsmetpaşa dan Gündüzbeye yaya en az yarım saat yürürdük.
Yol güzergâhında şimdi tarla olan Tecde göleti bana enteresan gelirdi.
Şimdi düşünüyorum aklım ermiyor.
Şu an araçlarla on dakika süren Malatya, Gündüzbey yolu için, nasıl otobüsün kalkmasını saatlerce beklerdik.
Gündüzbey benim en mutlu yaşam alanımdı.
Köprü kahvelerinde çay; kanala sarkıtılan delikli tenekelerde soğutulan gazoz içmek en büyük zevkimizdi.
Kanalda çimmeye çalışan arkadaşlarıma hayretle bakar, o akıntısı yüksek su da nasıl riski göze alıp, atlayarak diğer köprü ayağına tutunurlardı inanmazdım.
Bir kere arkadaşlarım bana şehirli demesinler diye riski göze aldım denedim. Bir daha tövbe.
Benim tercihim, arkadaşların taşlarla etrafını çevirdiği, yirmi otuz metre karelik çaydaki Bayrambağı su birikintisiydi.
Çakalıkavağına üzüm bağına gitmek her baba yiğidin harcı değildi. Çakalıkavak yolu üzerinde iki üç adam boyu derinlikte, tünel çıkışı kanala Ören denilirdi. Kapılık dediğimiz tünel çıkışı geniş kanalda yüzmek bizlere göre değildi.
Tahnebi üzümünün o altın sarısı rengi, tadı bir başkaydı.
Akşamları Cemal abinin kamyonu köprüde bekler; günlük meyvasını deren köylü akşamdan yükünü Cemal abinin kardeşi muavin Hacı abiye teslim ederlerdi.
Ürünü olan köylüler sabah namazına müteakip kamyon üzerinde ürünlerini Malatya haline götürüp satarlardı.
Hele dut, üzüm zamanı. Bastık, yani bestil yapmak bana ayrı bir heycan verirdi.
Büyük kazanlarda dut, zamanına göre üzüm kaynatılır, çarşaflar serilir ve kurutulmaya bırakılırdı.
Tandır ekmeği pişirmek hayatımda somun ekmeğinden başka ekmek görmemiş biri için bana çok değişik gelirdi.
Gece yarısı kalkılır, hamur hazırlanır, temiz çarşafın üzerinde ayaklar yıkanarak ayaklanır, imece usulü komşu hanımlar ekmek açar tandırdın başında Ekmekçi Keziban Bibim pişirirdi.
Tereyağlı biliğin tadına doyum olmazdı.
Ya! eşekle, sabah gün ağarmadan, Banazıya, Horataya, Kadiruşağına gitmeye ne dersiniz?
Her eve kanaldan bağlantı vardı.
Evlerin ortasında buzdolabı yerine havuz ve havuzdan daima akan buz gibi su.
Günlük yemekleri, ayranı, yoğurtlu çorbayı soğuk tutardı.
Köyümüzün, Çakır Ahmedi, Kör Hacısı, Hafız Alisi, Hacıbekir Ergün unutulmayacak isimlerdendi.
Tüm köylü saygı duyardı.
Diş çeken, sünnet yapan berberiniz bile vardı.
Rahmetli babaannem, ilk arabanın köye geldiğinde şaşırmış, farlarına dokunarak Uy! anam bunun gözleri var dediğini hatırlarım.
Yine babaannem üzüm bağında, bibim diğer yamaçtaki bağda.
Babaannem bir ses duyar. Bibime seslenir.
Kız Zahide burada zombultu var senin orda da var mı? der. Bibim he ana burada da var. Der demez, babaannem eyvah deprem oldu diye işi gücü bırakıp köye dönmüşler; meğerse ilk uçağın köyümüz üzerindeki sesiymiş.