Türkiye Hollanda müzesine sergi için tarihi eser vermemiş
*Tarihçi Ortaylı Romanya’nın tarihi eserlerinin Hollanda’da çalınmasını değerlendirdiği yazısında Topkapı Sarayı Müzesi’nin müdürlüğünü yaptığı 2005 yılında Hollanda’nın talebini reddettiğini anlattı

Tarihçi İlber Ortaylı, “Romanya tarihinin Dacia dönemini destekleyen arkeolojik eserler, geçtiğimiz günlerde Hollanda’nın bilinmedik bir şehrinde, yetersiz güvenlik önlemleriyle sergilenirken, hırsızlar tarafından kolayca yağmalandı. Bu nedenle, ehliyetsiz Avrupa müzeleriyle kültürel mübadelelerden kaçınılmalıdır. Bu tür işlerle ilgilenen amatör küratörlerden uzak durulmalıdır.” dedi.
Ortaylı Hürriyet’te yayınlanan yazısının satır başları şöyle:
“Son olay birçok kişinin dikkatinden kaçmamıştır; Romanya, toplum olarak Batı Avrupalılar, özellikle Latin Avrupa ülkeleri gibi yaşamaya ve kendini bu kimliğe büründürmeye meyillidir. Bu konuda haksız sayılmaz. Tarih boyunca, Romanya’nın hâkim dinî inancı ve kilisesi doğuya daha yakın bir konumda olsa da, konuştukları dil Portekizce ile birlikte, klasik Latinceye en yakın olanıdır. Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca gibi diller de kelime ve deyim açısından Latinceye yakındır, ancak cümle yapısı ve dilin kuruluşu açısından Romence ve Portekizcenin Latinceye daha yakın olduğu bilinir. Romanya, Batı müziğine, tiyatrosuna, düşüncesine ve edebiyatına yoğunluk ile bütünleşen bir ülkedir.
İki dünya savaşı arasındaki ittifaklar Romanya’nın başına büyük sorunlar açsa da bazı kazanımlar da sağlamıştır. Bu ilginç Balkan ülkesinin içinden çıkılmaz trajedisinin son halkalarından biri, küçük bir olayda daha görünmektedir. Hollanda’nın çok da tanınmayan bir müzesi olan Drents Müzesi (Assen kentinde bulunur), Romanya müzelerinin gerçekten değerli tarihî eserlerinden bazılarını – aralarında MÖ 450’ye tarihlenen Cotofenesti Altın Miğferi ve üç kraliyet bileziğinin de bulunduğu objeleri– teşhir için ödünç almıştır. Son zamanlarda bu tür ödünç verme işlemlerinin sayısı artmıştır, ancak mübadeleye konu olan eserlerin değeri de düşmeye başlamıştır.”
Arada yaşanan tatsız bir olayı hiç unutmuyorum: Hollanda müzeleriyle olan temasımız… Maalesef göreve başladığım dönemde bu ilişkiler çoktan kurulmuştu. Hollanda’daki büyükelçimiz, Amsterdam’daki bir müze (Nieuwe Kerk Museum), Rönesans döneminden kalma bir kilise binasını koleksiyon sergi müzesi hâline getirmiş ve bu tür koleksiyonları toplayarak teşhir ediyordu. Büyükelçimizin takdim mektubunun yanı sıra, Ermitaj Müzesi’nin Genel Müdürü Mihail Piotrovski’den de bir referans mektubu geldi. Açıkçası her ikisini de görmezden gelmek istiyordum, ancak işlemler çoktan ilerlemişti. Üstelik serginin açılışına Hollanda Kraliçesi’nin de geleceği söylendi. Ki gerçekten de geldi; tıpkı müteveffa İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth gibi, bu konularda oldukça bilgili bir hükümdardı. Bunun üzerine organizasyon için harekete geçtik.
HOLLANDA SERGİ İÇİN 300 ESER İSTEDİ
Müze müdürü Ernst Veen oldukça iddialıydı. Fakat bu iddianın karşılığında yeterli planlama ve bilgiye sahip olmadığını kısa sürede fark ettim. Elinde Dr. Filiz Çağman ve Dr. Nazan Ölçer’in Londra’da büyük başarıyla açtığı “Turks” sergisinin kataloğuyla gelmişti. Üç yüzden fazla eser talep ediyordu. “Sayı saymayı biliyor musun?” diye sordum. Bunun üzerine,
“O takdirde ben size Turks gibi bir sergi yapamam” dedi. Ben de karşılık olarak, “Zaten yapamazsın, senden bunu bekleyen yok. Ayrıca yapma da, çünkü elindeki kataloğu aynen taklit edeceksen bu intihal olur. Bir kitabı birebir kopyalamak nasıl yanlışsa, bu da öyle” dedim.
İlk temasımız pek iyi başlamadı ama süreci en azından düzgün bir şekilde yürütmeye çalıştım. Lakin bunun da bir faydası olmadığını gördüm. Adam hazırladığı serginin kataloğunu bir türlü sunmuyordu. “Hâlâ hazırlıyoruz” diyordu. Sonunda şüphelendim. Müzeyle teması olan bir Türk gencinden, kataloğun gerçekten basılıp basılmadığını öğrenmesini rica ettim. Sağ olsun, maketini bulup getirdi. Birkaç gün içinde baskıdan çıkacakmış. Hemen telefon ettim ve korkunç lüzumsuz ve edebisiz bir katalogla karşı karşıya olduğumu anladım. Verdikleri hiçbir söz tutulmamıştı. Ayrıca, “Amsterdam’daki Türk vatandaşları böyle bir sergiyi çok beğenecek” iddiasının da ne kadar geçersiz olduğunu, kataloğun sayfalarını inceledikçe fark ettim. Hemen telefon açıp, “Bu katalogla bu sergiyi açamazsın. Buradan da hiçbir eser gitmeyecek” dedim. Apar topar geldi, saçma sapan bahaneler öne sürdü ama geri adım atmadım. “Hayır, gidemez” dedim.”
Tabii böyle tatsız olaylarda fatura her zaman sizin üzerinize kesilir, ancak umursamadım. Katalogsuz yapılan açılışta, teşhir düzeninin de son derece özensiz olduğunu gördüm. Adam, Topkapı Sarayı eserlerini ‘Oriental Bazaar’ (Doğu Pazarı) konseptiyle sergilemeye kalkışmıştı. Üstelik gerçekten de koleksiyon tertibi konusunda başarılı olan Sayın Çiğdem Simavi’nin Türkiye’nin çarşılarından topladığı ilginç plastik eserleri, bu ilginç koleksiyonla ilgisi olmayan Topkapı Müzesi’nden aldıklarıyla bir araya getirmiş ve bu bütünlüğe “Oriental Bazaar” adını vermişti. Bunun üzerine kendisine, “Sarayla çarşıyı nasıl bir araya getiriyorsunuz, hayran oldum görgüsüzlüğünüze ve bilgisizliğinize” dedim ve yine tartıştık.
Sergi için eser seçmesi gerektiğinde de sabah gelip akşam giden birini yolladı. “Bu kadar hızlı bir uzman seçimi görmediğim için, gelen kişinin önerilerine güven duymadım” dedim. Sonuç olarak, plansız ve özensiz bir organizasyonla karşı karşıyaydık ve bu tür sergi projelerine karşı temkinli olunması gerektiğini bir kez daha anlamış oldum.
Topkapı Sarayı’ndan faydalanmak isteyen Hollandalıların en gülünç örneğiyle yine o günlerde karşılaştım. Krallığın en ücra köşelerindeki bir şehirden gelen biri, “Bir sergi açacağız ve sizden eser istiyoruz, fakat ülkenizde demokrasi olmadığı için bizim şehir meclisi bütçe vermiyor” dedi. Ona şu yanıtı verdim: “Haftaya başbakanla görüşeceğim, beni kabul edecek. Konuşurum, demokrasiyi derhâl getirir. Ama sizin küçük kasabanıza Topkapı Sarayı’nın şahane eserlerinin nesini getireyim?” Suratıma boş boş bakıp gitti. Zaten anlaması da gerekmiyordu.
YETERSİZ GÜVENLİK NEDENİYLE ÇALINDI
Maalesef, kültürel mirasın kötü yönetilmesi ve korunamaması meselesi günümüzde de devam ediyor. Romanya tarihinin Dacia dönemi -Daclar ile Traklar arasındaki mücadele ve Dacların Balkan tarihindeki rolü- halen tartışmalı bir konu. Bu konuyu destekleyen arkeolojik eserler, bugün Hollanda’nın bilinmedik bir şehrinde, yetersiz güvenlik önlemleriyle sergilenirken, hırsızlar tarafından kolayca yağmalandı. Oysa bu koleksiyon daha önce de Metropolitan Müzesi gibi, etik dışı uygulamalarıyla ün kazanmış bir müzenin eline geçmiş ve büyük zorluklarla geri alınmıştı.
Ne yazık ki, çalınan eserler Amerika’nın elinden geri alındıkça, bu yağma düzeni devam ediyor. Dünyanın, kültürel hırsızlıkla işbirliği yapanlara karşı ağır cezalar getirmesi gerekiyor. Çünkü bu, bireysel bir kayıp olmaktan çok daha fazlasıdır. Evinizden atalarınızın nüfus kayıtlarının, şecerenizin ve size bırakılan mirasın çalınması kadar korkunç bir olaydır.
Bir diğer ciddi sorun ise, bu hırsızlıkları destekleyen yeni zenginlerdir. Onların eline geçen eserler, müzelerde sergilenenlerden çok farklıdır; akademik araştırmaların tamamen dışında kalır. Unutulur, kaybolur. Hollywood’un köşklerinde, mahalle mescitlerinin hazirelerinden çalınma ne kadar mezar şahidesi vardır, Allah bilir ama var. Bildiğimiz bir şey de var: Bu eserlerin bir kısmı yok olup gidiyor.
Bu nedenle, ehliyetsiz Avrupa müzeleriyle kültürel mübadelelerden kaçınılmalıdır. Bu tür işlerle ilgilenen amatör küratörlerden uzak durulmalıdır. Gezici sergilerin, ulusların birbirini tanımasına büyük katkı sunduğu yönündeki argüman artık geçerliliğini yitirmiştir. Günümüzde bu amaca hizmet eden çok daha etkili araçlar var: Belgeseller çekiliyor, kitaplar basılıyor, sinema filmleri yapılıyor. Eski devir çoktan geçti.
Herkes millî mirasına sahip çıkmalı ve yağmacılıkla mücadele etmelidir. Bağdat müzelerindeki Amerikan talanından sonra, Avustralya müzeleri de haddini bilmez bir şekilde Kahire Müzesi’ni soymaya kalktı. Neyse ki bu sefer dünya daha bilinçli davrandı ve Kahire Müzesi’nin, hepimiz için kıymetli olan eserleri geri getirildi.”