Türkiye Avrupa’yı savunabilir mi?

*Münih Güvenlik Konferansı çerçevesinde yapılan tartışmalarda NATO’nun en büyük ikinci kara ordusuna sahip Türkiye’nin Avrupa’yı koruyup koruyamayacağı da tartışılıyor

Donald Trump yönetimi Avrupa’nın kendi güvenliği için daha fazlasını yapmasında ısrarcı. Avrupa’nın ABD’siz güvenlik mimarisinde Türkiye’nin oynayabileceği potansiyel rol de tartışılıyor.

Münih Güvenlik Konferansı, Ukrayna işgalinin üçüncü yıldönümü öncesinde, savaşı bitirmeye yönelik ABD merkezli girişimlerin hızlandığı bir dönemde yapılıyor. NATO’ya şüpheyle bakan, savunma harcamaları yetersiz kalırsa müttefiklerini Rusya’ya karşı “savunmayacağını” söyleyen Donald Trump’ın işbaşı yapmasının ardından Avrupa ülkeleri kendi güvenlikleri için daha fazlasını yapmayı tartışıyor. Türkiye’nin de Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisinde bir rolü olabileceği değerlendiriliyor ancak pek çok soru işareti de bulunuyor.

En büyük belirsizlik bir anlaşma halinde bunun nasıl uygulanacağı ve garantörlüğünü kimin üstleneceği konusu.

Münih’te gelişmelere dair değerlendirmede bulunan pek çok Avrupalı katılımcı ABD’nin “hızlı bir anlaşma” istediğini ancak bunun neye benzeyeceği veya ne kadar uzun ömürlü olacağı ile ilgilenmediği görüşünde. Avrupa ülkelerinin temsilcileri, kıta başkentlerinin süreçten dışlanmasından da rahatsız. ABD ve Rusya’nın kendi aralarındaki bir uzlaşmanın şartlarını dayatmasından endişe ediyorlar.

Konferans kapsamında yapılan “Savunmada Daha Fazla Avrupa Sorumluluğu” başlıklı panelde Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius bu endişelere değindi, “Eğer sürece Avrupa ülkeleri dahil edilmezse yapılacak bir anlaşma Avrupa’nın garantör olmasını bekleyemezsiniz” dedi. Savaştan Rusya’nın “daha büyük bir tehdit” olarak çıkmasına izin verilmemesi gerektiğini belirten Pistorius, hızlı bir anlaşmanın “sakıncalarına” dikkat çekti.

Avrupa’nın kendi güvenliği için daha fazlasını daha erken yapmış olması gerektiği konusunda ise bir fikir birliği var.

“Avrupa ülkeleri sorumlu ve suçlu”

ABD merkezli düşünce kuruluşu Carnegie’den transatlantik ilişkileri ve güvenlik uzmanı Rym Momtaz’a göre Avrupa kendini savunmaya hazır değil.

DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Momtaz, “Sadece Trump’ın seçimleri kazanacağının neredeyse belli olduğu son bir yılda değil, (başkanlık koltuğundaki) ilk döneminden beri, sekiz yıldır savunma harcamalarını yeterince artırmadılar. Ordularını güçlendirmeyerek kendilerini içinde buldukları zayıflıktan Avrupa ülkeleri sorumlu ve suçlu” dedi.

Momtaz, Avrupa’nın “zengin, sanayi ülkelerinin” ekonomisi çok daha “küçük ölçekli” Rusya’ya karşı kendilerini savunabilecek kapasitede olması gerektiğini söyledi.

Fransız düşünce kuruluşu Ifri’den güvenlik çalışmaları araştırmacısı Heloise Fayet ise DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, Avrupa başkentlerinde son dönemde hızlı bir silahlanma iradesi olsa da bunun uzun soluklu olmayabileceğine işaret etti.

Ukrayna savaşını bitirecek bir anlaşma ihtimaline dikkat çeken Fayet, “Barış döneminde Avrupa’nın silahlanması yavaşlama tehlikesiyle karşı karşıya çünkü buna içeriden giderek daha fazla eleştiri gelecektir” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye “barış gücü” rolü üstlenir mi?

ABD koruması olmadan Avrupa’nın nasıl savunulacağı sorusu Türkiye’nin potansiyel katkısını da gündeme getiriyor.

“Türkiye’de savunma sanayisi oldukça etkili, bunu özellikle insansız hava araçları ile gördük” değerlendirmesinde bulunan Fayet, yeni dönemde Türk şirketlerin Avrupa ülkeleri ile daha fazla iş birliği yapabileceğini söyledi.

Öte yandan böylesi bir gelişmenin önünde siyasi engeller bulunuyor. AB başkentleri Ankara’ya silah satışını hızlandırma eğiliminde olsa da bu durum özellikle Yunanistan’da endişeye neden oluyor. Son olarak Atina yönetimi, bir İtalyan havacılık şirketinin Türk insansız hava üreticisi Baykar’a satışından duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti.

Momtaz’a göre ise eğer Ukrayna savaşını bitirecek bir anlaşma sağlanırsa Türkiye kaçınılmaz olarak bunun Karadeniz’deki uygulamasından sorumlu olacaktır.

Ukrayna’da bir anlaşmanın şu aşamada Rusya’nın işgal ettiği topraklardan çekilmesini içermesi beklenmiyor. Bu durum çatışmaların “dondurulacağı” sınırın denetiminin kimde olacağı sorusunu da gündeme getiriyor.

Münih’teki oturumlara katılan Fransız temsilciler ülkelerinin böylesi bir göreve hazır olduğu sinyalini veriyor.

Ancak böylesi bir operasyonun örneğin Birleşmiş Milletler, NATO veya Avrupa Birliği çatısı altında mı yürütüleceği belirsiz. Sorulardan biri de eğer Ukrayna’da olası bir “barış gücü” görevine katılan NATO üyesi ülkenin birliğine Rus saldırısı olursa İttifak’ın ortak savunmayı tetikleyen 5’inci maddesinin devreye girip girmeyeceği. Avrupa ülkeleri müzakere sürecinde bu tür garantilerin mutlaka konuşulmasında ısrarcı.

“Ukrayna’ya Avrupa Desteği” adlı panelin konuşmacıları arasında yer alan İsveç Başbakanı Ulf Kristersson da, “Asker göndermeden önce, eğer onlara bir şey olursa ne yapacağınızı düşünmeniz gerekiyor” diyerek “güvenilir garantiler olmadan” Ukrayna’ya Avrupa ülkelerinin asker göndermesini beklemediğini söyledi.

NATO’nun en büyük ikinci kara ordusuna sahip Türkiye’nin böylesi bir göreve katılabileceği değerlendiriliyor ancak maliyetle ilgili endişelere dikkat çeken Momtaz, Türk hükümetinin ne kadar istekli olacağından emin olmadığını söylüyor.

Türkiye Ukrayna savaşının başından beri arabuluculuk girişimlerinde bulunuyor. Taraflar savaşın ardından ilk kez İstanbul’da bir araya gelmişti. Türkiye tahıl koridoru anlaşması ve pek çok esir takasına da aracılık etti. Ancak Donald Trump Rus lider Putin ile yapmayı planladığı ilk yüz yüze görüşmenin adresi olarak Suudi Arabistan’a işaret etti.

Nükleer caydırıcılık sürecek mi?

Heloise Fayet Avrupa’nın güvenliği söz konusu olduğunda nükleer caydırıcılığın önemine de dikkat çekiyor. Fayet’e göre yeni dönemde asıl önemli olan ABD’nin Avrupa’nın güvenliğine sağladığı katkıyı “ne şekilde” azaltacağı:

“Washington Avrupa’nın geleneksel savunma anlamında daha fazlasını yapmasını istiyor ancak nükleer caydırıcılığa katkısı sürecek mi bunu anlamalıyız.”

Nükleer silahların kullanılması riskinden öte bu silahlara sahip Rusya’nın buna güvenerek Ukrayna’yı işgale kalkıştığına dikkat çeken Fayet, aynı şekilde ABD’nin nükleer kapasitesinin de Moskova’yı NATO ülkelerine saldırmaktan caydırdığını söyledi. Fayet ABD’nin katkısının sorgulanmaya başlandığı bir ortamda diğer NATO ülkelerinin nükleer dengeyi koruması gerektiği görüşünde.

(Muhammed Kafadar / DW)

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir