Nazım Turan  & Sorumluluk Üzerine

Taşın Altına Elini Koymak

“Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak…

Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”

Nazım Hikmet’in bu dizeleri her aklıma geldiğinde yüreğim titrer. Çünkü bu cümlede hem isyan vardır hem umut. Hem sitem vardır hem sorumluluk.

Son zamanlarda etrafa bakınca, içimde ağır bir sessizlik yankılanıyor.

Halkın sesini bastıran gürültüler var; ama dikkatli dinleyince duyuyorsun, o gürültünün altında ezilen bir fısıltı var:

“Sus… Sana ne…”

“Konuşma, başını belaya sokma…”

“Bak işine…”

Oysa bir yerde bir çocuk karanlıkta kaybolmuşken,

Bir genç hayatını adadığı sınavın adaletsizliğinde boğulmuşken,

Bir kadın “duyulsun” diye bağırırken,

Bir işçi sessizce düşerken yüksekten…

“Bana ne?” demek, yalnızca susmak değildir; bilerek sırt çevirmektir.

Bir fotoğraf karesi, bir tutukluluk kararı, bir evladın mezarı, bir annenin gözyaşı…

Hepsi, yolun ortasına bırakılmış taşlar gibi.

Kimi takılıp düşüyor, kimi gözlerini kapatıp yavaşça yol değiştiriyor.

Ama o taşlar orada durdukça, hiçbirimiz huzurla yürüyemiyoruz.

Bu yüzden, halk arasında çokça duyduğumuz o söz geliyor aklıma:

“Elini taşın altına koymak.”

Az sözle çok şey anlatır.

O taşı kaldıranlar, genellikle afişte adı yazmayanlar olur.

Onlar manşetlerde görünmez, alkış da almaz.

Ama gün gelir, bir çocuğun gülümsemesinde, bir annenin dualarında, bir çalışanın alnındaki terde onların izi bulunur.

Ve o eski hikâye gelir gözümün önüne:

Padişahın, halkını sınamak için yolun ortasına koydurduğu taş…

Etrafında dönüp duran vezirler, komutanlar, şairler, tüccarlar…

Ama taşı yerinden oynatmayanlar…

Ta ki bir köylü çıkana kadar.

Ne ünvanı vardı, ne gücü…

Sadece yüreğiyle ve elleriyle taşı kenara çekti.

Ve altında bir kese buldu.

Üzerinde sadece bir cümle:

“Bu kese, taşın altına elini koyabilenler içindir.”

Bugün de ülkenin dört bir yanında o taşlar hâlâ yerli yerinde duruyor.

Kimi zaman bir okulun kapısında, kimi zaman bir mahkeme salonunun duvarında, kimi zaman bir fabrikanın sessizliğinde…

Taşlar çok, ama el uzatan az.

Taşın altı karanlık olabilir, elini koymak cesaret ister.

Ama unutmayalım:

Karanlığı aydınlatmak, önce elini uzatmakla başlar.

Ve ben inanıyorum ki bu ülkenin yarınlarını, taşı kenara itmeye gönüllü olanlar kuracak.

Çünkü biz yanmazsak, hiçbir ışık kendiliğinden yanmaz.

“Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak…

Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”

Siz en son ne zaman bir taşın altına elinizi koydunuz?

Sadece düşünmekle, sadece izlemekle yetinmeyip, elinizi uzattığınız o anı hatırlayın…

Ya da hiç olmadıysa, belki de şimdi tam zamanıdır.

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir