İlmia Süleyman Kılıç & Çiçek İstemiyoruz Beyler, Kendimiz Alırız
Geçtiğimiz günlerde, uzak diyarlardan gelip bu topraklara kök salmaya çalışan bir yabancıyla uzun bir sohbete daldım.
Yeni bir dili, yeni bir kültürü ve yeni insanları tanımanın o baş döndüren karışımında artık neredeyse yabancı sayılmazdı.
Kimi zaman bizim bile gözümüzden kaçan detayları, sanki yüzyıllardır buradaymış gibi fark ediyordu.
Ama o gün söyledikleri… bizi bize yabancılaştıracak kadar tanıdıktı.

“Bu ülkede erkeklerin çiçekle arası pek yok,” dedi.
“Çiçek vermekten çekiniyorlar. Oysa buradaki kadınların en çok özlediği şey bir çiçek.”
Önce gülümsedim, sonra sustum.
Çünkü susmak bazen kabul etmektir.
Ve itiraf edelim, bu topraklarda erkekler çiçeği ya hafife alır ya da anlamını hiç tam anlamıyla bilmez.
Oysa bizde kadın hep çiçektir:
Türküsünde gül, masalında lale, şiirinde sümbüldür.
Sevda hep onunla başlar, ama gariptir, hiç onunla devam etmez.
Erkek için çiçek ya “fazla duygusal”, ya “fazla masraflı”, ya da “fazla gereksiz” bir jesttir.
Çiçeği küçümsemek bir maharet gibi, önemsememek bir cesaret örneği gibi sunulur.
Halbuki bir kadının ruhuna temas etmenin en zarif yollarından biridir o basit sandığınız buket.
Çünkü çiçek, yalnızca bir nesne değildir.
Ne plastik gül gibidir ne de bahçe süsü…
Çiçek, hatırlamaktır.
Düşünmektir.
Anlamaktır.
Bir kadın, ona uzatılan bir çiçekte sadece renk ve koku değil, onun için ayrılmış bir vakit, onun için yapılmış bir seçim, onun için harcanmış bir dikkat görür.
Bir emek görür.
Bir “senin için durdum” hali hisseder.
Ve asıl kıymetli olan da budur zaten: Düşünülmüş olmaktır.
Dostuma bir gün şöyle sorulmuş:
“Sevgiyi bir çiçeğe mi dayatıyorsunuz siz kadınlar?”
Cevabı hem sade hem keskinmiş:
“Hayır. Ama kadınlar çiçek karşısında dayanılmaz bir mutluluk yaşar. Çünkü kendileri de çiçektir. Örneğin ben bir kır çiçeğiyim desem…”
Ne kadar doğru…
Kadın narindir.
Zor değil, kırılgandır.
Güçsüz değil, hassastır.
Ve çiçek onun doğasına hitap eder.
Ruhuna seslenir.
Hiçbir faydası olmayan, ama bir o kadar anlam taşıyan bir hediyedir çünkü.
Fakat biz ne yaparız?
Kadın çiçek isteyince savunmaya geçeriz hemen:
“Ben onun için yemek yapıyorum.”
“Uyurken üstünü örtüyorum.”
“İşe gitmeden önce güzergahını kontrol ediyorum.”
“Temizlikte yardım ediyorum.”
Evet, hepsi sevgidir.
Ama sevgiyi sadece sorumluluklarla tarif etmek; duyguyu göreve indirgemektir.
Sevgi sadece işlevle var olmaz.
Bir şeyin işe yaraması, duyguyu taşıdığı anlamına gelmez.
Ve işte çiçek, tam da bu yüzden gereklidir.
Çünkü çiçek, iş görmez.
Ama yüreğe iyi gelir.
Çiçek, ev temizlemez.
Ama ruhu temizler.
Çiçek, karnı doyurmaz.
Ama kalbi doyurur.
Ve bu yüzden kadının çiçek isteği bir “lüks” değildir.
Bir gösteriş değil, bir özlemdir.
Onunla kurulan duygusal bağın küçük ama derin sembolüdür.
Yalnızca güzel olsun diye yapılan nadir eylemlerden biridir.
Bir demet papatya, belki sadece 200 lira…
Ama o papatya, “seni düşündüm” demenin en sade ama en güçlü halidir.
Ne yazık ki bu zarif istek zamanla küçümsenir, sonra da susturulur.
Kadın vazgeçer, talep etmez artık.
“Tamam,” der.
“Çiçek istemiyoruz.”
Ve ekler:
“Kendimiz alırız.”
Ve gerçekten de alırlar.
Ama bir kadın çiçeğini kendi almaya başladığında…
Artık sadece bir vazoyu değil, bir beklentiyi de dolduruyordur kendi kendine.
İçinden geçirdiği cümle ise şudur:
“Madem benim mutluluğum senin önceliğin değil, ben onu kendim sağlarım.”
Diyeceğim odur ki…
Sevgili Türk erkeği,
Çiçek kadına verilmez; onun hak ettiği zarafetin bir yansıması olarak sunulur.
Bir gün biri için bir demet menekşe uzatırsan, bil ki onun gülümsemesi sadece o güne değil, sana da iyi gelecek.
Çünkü bir çiçeğin değeri, onun solmasından önce hatırlattığı şeylerdedir.
Yoksa çiçek zaten solar.
Ama o hissedilen mutluluk…
İçinde yeşermeye devam eder.

