İlmia Süleyman Kılıç & Boş Binalar, Pembe Pastalar ve Bir Kilo Etin Hikayesi

*Türkmenistanlı Maya ile Bir Sohbetten: Ülkelere, Değerlere ve Hayatlara Dair…

Burada tanıdığım Maya R., genç bir Türkmen annesi. Sade giyiniyor, çok konuşkan biri değil ama konuştuğunda sesi gelip kalbinizin bir köşesine usulca ilişiveriyor.

Geçenlerde çocuklardan, okullardan söz ederken laf döndü dolaştı, kendi kızının doğum günü kutlamasına geldi. Gösterdiği bir videoda, küçük bir sınıfta pembe bir pastanın etrafında yükselen çocuk kahkahaları vardı. Derken Maya’nın kardeşi elinde gitarıyla içeri girdi. O an çalmaya başlayan doğum günü şarkısı karşısında şaşkınlıkla:

“Tanrım, bu ne kadar güzel bir şarkı…” dedim.
“Bunu benim için daha sessiz, net bir ortamda tekrar söyleyebilir mi? Kayıt da etmek isterim.”

Gülümsedi:
“Yaparız abla,” dedi.

O an fark ettim ki, bu sadece bir doğum günü değildi. Maya’nın kızının hayatına açtığı o küçük mutluluk alanı, sessiz bir ülkeden yükselen umut gibiydi. Küçücük bir sınıfta, bir pastanın etrafında dönen sevinç… Hayatın en sade ama en gerçek hali.

Derken sohbet siyasete geldi.

“Başınızdaki lüzumsuzu hala atamadınız mı?” diye takıldım.

Kahkahayla güldü.
“Şimdi onun oğlu yönetiyor,” dedi.

Gülüşmelerimizin arasına birkaç gerçek sızdı.
“Peki, siz orada iyi misiniz?” diye sordum.
“İyiyiz abla. Kimse bizi rahatsız etmiyor. Bizde buradaki gibi silah yok,” dedi.

Güvenliğin sessizlikle ölçüldüğü bir coğrafya… Sonra aklıma o gösterişli ama sessiz başkent geldi.
“O boş binalar, o koca ama ıssız şehir ne olacak Maya?” diye sordum.

“Onlar çok pahalı yapılar. Ticaret merkezi kurmak istiyorlar,” dedi.

İçimden geçirdim… O binalara biraz ruh, biraz hayat, biraz halk katılsa… Gençlere iş, kadınlara umut, şehre nefes olsa… Ne güzel olurdu.

Maya anlatmaya devam etti:

“Abla, biz ülkemizde 6 bin Türk lirası kazanıyoruz. İngilizce öğretmeni mesela 8 bin alır. Ama fiyatlar her geçen gün artıyor. Bizim bir kilo etimiz… ki ne et ama! Tadı çok güzel çünkü hayvanlar doğal besleniyor,” dedi.
“Şu an bir kilo et 5 dolar. Düşünsene abla!” diye sesini biraz yükseltti.

Sonra birden yüzündeki ciddiyet yerini bir tebessüme bıraktı.

“Bizim halkımızdan buraya çok gelen var,” dedi.
Güldüm. “Aman, siz gelin, bol bol gelin!”

“Her gün iki uçak dolusu insan geliyor,” dedi Maya.
Şaşırmadım. Aksine, sevindim.

Resimlere tekrar bakarken, o güzel, pırıl pırıl kızının üzerindeki okul formasını fark ettim.
“Kuzum,” dedim, “bunlar benim bildiğim yöresel kıyafetleriniz değil mi?”
“Evet abla, ta kendisi. Bizim okullarda böyle giyiniriz. Abla bizler, ülkemizde çok saygılıyız. Biz ailemizi, büyüklerimizi asla üzmek istemeyiz. Onlara yük olmak istemiyoruz. Elimiz ayağımız tuttuğunda hemen bir şeyler yapar, çalışırız,” dedi.

Biraz gülüştük. Sonra yalnız kalınca, durup düşündüm…

Bizim bir zamanlar “değer” dediğimiz şeyler hala Maya’nın ülkesinde yaşıyor.

Kimi zaman bir doğum günü kutlamasında,
Kimi zaman bir annenin sesiyle…

Buradan bakınca uzak ve yabancı gelen bir kültürün içinden, bize çok tanıdık bir şey sızıyor:
Saygı. Aile. Ölçü. Sadelik.

Maya’nın hikayesi sadece Türkmenistan’ın değil…
Sessizliğin içindeki sadeliği, sadeliğin içindeki güzelliği unutan bizlerin de hikâyesi.

Belki bir gün, pembe bir pastanın çevresinde, gitar sesiyle dolan bir sınıfta yeniden hatırlarız kim olduğumuzu…
Belki bir kilo etin doğal tadında, iki uçak dolusu insanın göç yolculuğunda…

Dünya dönüyor. Kimi zaman ileri, kimi zaman geri.
Ama insan hikayeleri hep aynı yerde duruyor: Kalpte. Evet, yeni edindiğim güzel arkadaşım bana birkaç resim paylaştı.

Ve şimdi, yeni bir eğitim yılı başlarken…
Tüm çocuklar için günler su gibi aksın;
Kahkahalar sınıfları doldursun,
Umutlar defter sayfalarına yazılsın…
Ve her öğrenci yüreği, kendi hikayesini sevgiyle büyütsün.

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir