İlmia Süleyman Kılıç & “Yavaş Yavaş Kaybettik”
“Sevmedim ben bu dünyanın bu yapısını, anlatabiliyor muyum?”
Bazen bir cümle çıkar karşına. Okursun, geçemezsin. Durursun. İçinde bir şey ağır ağır kıpırdar. Yıllardır biriktirdiğin her şey, o cümlenin altına gizlenmiş gibi. İşte bu da öyle bir cümle. Nejat İşler’in sesiyle, ama sanki hepimizin iç sesiyle söylenmiş.

Çünkü gerçekten de…
Sevilecek bir tarafı kalmadı bu dünyanın yapısının.
Giderek daha sahte, daha aceleci, daha yüzeysel oldu her şey.
Sevmediğimiz halde gülümsediğimiz kalabalıklar, istemediğimiz ama “gerekli” diye sürüklendiğimiz hayatlar, değişmesi gereken değil değiştirilmesi “gereken” arabalar, evler, yüzler…
Yavaş yavaş kaybettik.
Kendimizi.
Birbirimizi.
İçtenliği.
Ev tutmakla başladı belki. Sonra eşyalar değişti. Eşyalarla beraber hayallerimiz küçüldü. Hedefler bile artık içimizden gelmiyor — dışarıdan bize biçiliyor. “Şunu al, bunu yap, öyle görün.”
Yani biz artık kendimiz için değil, başkalarının gözleri için yaşıyoruz.
Nejat diyor ya:
“80 çocuğuyum. 80’lerin getirdiği… düşünme, kendini olduğundan büyük gösterme…”
Biz, tam da o kırılma noktasında doğduk.
Küçükken bize “gösteriş ayıptır” dediler. Şimdi herkes gösterişin peşinde.
Bize “fazla konuşma, derin ol” dediler. Şimdi derinlik sığlıkla yer değiştirdi.
Ve biz de hala arada bir yerdeyiz. Ne tam uyum sağladık ne de tamamen kopabildik.
O yüzden diyorum:
Bana da garip geliyor bu dünya.
Bu kalıplar, bu yarış, bu sahte mutluluk halleri…
O “başarı” dedikleri şeyin içi bana bomboş geliyor.
Ben sevdiklerimle telaşsız bir akşamı, yüzüme bakan bir çift samimi gözü, daha değerli buluyorum.
Ama bu dünyada bunlar artık “az”, hatta neredeyse “yok”.
Ve bu yüzden…
Ben de sevmedim bu dünyanın bu yapısını.
Anlatabiliyor muyum?..

