İlmia Süleyman Kılıç & GDO Karşıtlığı Üzerinden Bir Liderlik Portresi
Dünyada liderler ikiye ayrılır: biri küresel rüzgarların yönlendirdiği, diğeri ise kendi halkının çıkarlarını pusula bilen. Vladimir Putin, özellikle GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) konusundaki net duruşuyla ikinci gruba dahil edilen isimlerden biri. Rusya’da GDO’lu ürünlerin ekimi ve satışına sıkı yasaklar getirilmiş, ancak bilimsel araştırmalar belirli sınırlar içinde devam ettiriliyor. Putin’in mesajı açık: Bilimi durdurmam, ama halkımı deney faresi yapmam. Bu yaklaşım, “halkına iyi bakan lider” portresini şekillendiriyor.
Rusya’nın son yıllarda aldığı radikal kararlardan biri, GDO’lu ürünlerin ekimi ve üretimiyle ilgili sert yasaklamaları içeren düzenlemelerdir. Bu yasalar, sadece tarım politikası açısından değil, aynı zamanda halk sağlığına yönelik ciddi bir önlem olarak da değerlendirilmeli. Zira Putin, defalarca dile getirdiği gibi, Rus halkını olası biyolojik ve sağlık tehditlerine karşı korumanın bir devlet görevi olduğunu vurguluyor.
Putin’in sözleri arasında belki de en çok dikkat çekenlerden biri şudur: “Rusya vatandaşlarını GDO’lu gıdalardan korumak zorundadır.” Bu cümle, sadece bir söylem değil, doğrudan politika haline getirilen bir devlet vizyonudur. Putin, GDO’nun uzun vadede doğurabileceği sağlık risklerini göz önünde bulundurarak, halkının bilinçsiz tüketici haline gelmesini istemediğini açıkça belirtmiştir.
Bu yaklaşımın arka planında birçok bilimsel tartışma yer almakta. Örneğin, 2012 yılında Fransa’da yapılan bir araştırmada, GDO’lu mısırla beslenen farelerde normalden çok daha yüksek oranda tümör geliştiği gözlemlenmiştir. Bazı GDO’lu ürünlerde kullanılan pestisitler — özellikle glifosat (Roundup gibi ürünlerde bulunan aktif madde) — 2015’te Dünya Sağlık Örgütü tarafından “muhtemel kanserojen” olarak sınıflandırılmıştır. Dahası, GDO’ların uzun vadeli etkileri hakkında hâlâ yeterli sayıda bağımsız ve şeffaf çalışma bulunmamaktadır. Bu da tüketicilerin sağlığını riske atan ciddi bir bilgi eksikliği anlamına gelir.
Peki, Türkiye bu konuda nerede duruyor? Ülkemizde GDO’lu ürünlerin ekimi yasak olsa da hayvan yemlerinde GDO’lu bileşenler kullanılıyor. Dolayısıyla soframıza dolaylı yoldan GDO giriyor. Etiketleme ve denetim konusundaki şeffaflık ise yetersiz. Vatandaş ne yediğini tam olarak bilmiyor. Putin’in aldığı net ve kararlı tavır, Türkiye’deki belirsizlik ve “bekle-gör” politikasına kıyasla oldukça çarpıcı.
Bilim camiasındaki görüş ayrılıkları GDO konusunda büyük bir belirsizlik yaratıyor. Kimileri zararsız diyor, kimileri temkinli olunmalı uyarısı yapıyor. Bu durumda devletin görevi ihtiyat ilkesini uygulayarak halkını korumak olmalı. Putin bunu yapıyor; biz ise ne tam yasak ne tam açıklıkla ortada kalıyoruz. Oysa sağlıklı gıda, sadece tarım meselesi değil, aynı zamanda bir halk sağlığı ve egemenlik sorunudur.
Putin’in GDO karşıtı tavrı kimi çevrelerde Batı karşıtlığı olarak yorumlansa da onun stratejisi aslında halkını bilinçsiz küresel gıda sistemine teslim etmemek üzerine kurulu. Türkiye’de ise GDO, gündemde kalıcı bir yer bulamıyor; çoğunlukla endişe gerektirmeyen bir konu gibi görülüyor. Oysa bilinmezlikler içinde temkinli olmak devletin asli görevidir.
Sonuçta, GDO sadece bir tarım ya da teknoloji meselesi değil; aynı zamanda gıda egemenliği ve bağımsızlıkla da ilgili. Putin, bu nedenle halkını sadece dış tehditlere karşı değil, görünmeyen risklere karşı da koruma refleksi gösteriyor. Türkiye’nin de bu hassasiyeti göstermesi şart. Çünkü bugün sessiz kalırsak, yarın soframızdaki her lokmada GDO’nun etkisini hissedebiliriz. Kim karar veriyor, kimin adına yiyoruz soruları giderek daha önemli hale geliyor. Putin karar veriyor. Peki ya biz?

