İlmia Süleyman Kılıç & Bir Kadının Öyküsü

Uzun bir sessiz yolculuğun içinden geçtim. Günler boyunca hayatı sadece dışarıdan izledim; konuşmadan, yargılamadan, anlamaya çalışarak… Bu sessizlik, bana insanı yeniden duymayı, kalpleri kelimelerden değil, bakışlardan okumayı öğretti. Artık etrafıma bambaşka gözlerle bakıyorum. Belki de bu yüzden, Liya’yı gördüm.

Bugün size bir annenin hikayesini anlatmak istiyorum.
Kendisi arkadaşımdır. Belki bu satırları bir gün okur, belki de hiç haberi olmaz ondan bahsettiğimden. Olsun… Bazı hikâyeler anlatılmayı hak eder. Bu da onlardan biri.

Adı Liya olsun. Türkmenistan’da doğmuş, büyümüş bir Rus kadını. Hayat, onu sınırların, dillerin, kimliklerin ötesinde bir sevdaya sürüklemiş. Bir Türk erkeğine âşık olmuş. Bu aşktan iki güzel çocuk doğmuş. Ne var ki kader, bazen sevgiyi bile tartıya koyar. Babaları, Türkmenistan’da yaşarken, çocuklarının nüfus kağıdına adını yazdırmış ama bugün, bu çocuklar burada Türkiye’de okurken, bu iki çocuğun varlığını yok sayıyor.

Liya, bütün bunlara rağmen dimdik ayakta duruyor.
Türkmenistan’da iktisat mezunu olmasına rağmen, Türkiye’ye geldiğinde temizlik işine girmekten çekinmemiş. Dil bilmiyor, kültür farklı, dost yok… ama o başını eğmemiş.
Ev ev dolaşıp ütü yapmış, yemek pişirmiş, evi silmiş süpürmüş. Aldığı maaş gülünç ama Liya o maaşın yarısını hiç düşünmeden çocuklarının eğitimine, yurt ve yemek masraflarına ayırıyor.

Kalanıyla mı geçiniyor dersiniz?
Hayır. Onun için “kalan” diye bir şey yok. Çünkü bir anne, kendi payını her zaman çocuklarının gülüşüne yazar.

Geçmişinde, Türkmenistan’da gece gündüz çalıştığı restoranlar, döktüğü gözyaşları, geçirdiği uykusuz geceler var. Ben o kısmını sormadım. Çünkü beni ilgilendiren, geçmişin değil, bugünün Liya’sıydı.
Tesadüf müdür, kader midir bilinmez, aynı günde doğmuşuz. Geçen yıl birlikte doğum günü pastası kestik. O an gözlerindeki minnettarlık, benim için dünyalara bedeldi.

Bu yaz, Liya’nın çocuklarıyla da tanıştım. Adlarını Aliya ve Kayra diyelim. Aliya sınıf öğretmenliği bölümünde okuyor, Kayra ise, Otelcilik yönetim gibi bir şey iste…
Evime geldiler. İstedim ki, kendilerini evlerinde hissetsinler, biraz nefes alsınlar. Onları ağırlarken elimden gelenin en iyisini yaptım. Birlikte yemek yedik, güldük, sohbet ettik. Tam giderlerken söyledikleri bir cümle içime oturdu:

“Siz çok iyisiniz… Türkiye’ye geldiğimizden beri kimse bizi bu kadar güzel karşılamadı.”

O an içimden bir şey koptu.
Nasıl olurdu?
Bu topraklar, misafirperverliğiyle övünen bir milletin toprağı değil miydi?
Bir yabancı, hele ki bir anne ve iki masum çocuk, nasıl olur da burada yabancı hissederdi kendini?
Biz, nerede kaybettik bu sıcaklığı?

O gün anladım ki, bazen insanın yurdu, pasaportunda değil; onu anlayan bir kalpte saklı.
Liya’nın hikayesi, sadece bir annenin mücadelesi değil, aynı zamanda insanlığın da sınavıdır.
Ve ben, onun yanında durabildiysem, belki de o sınavdan küçük bir “iyi” not alabilmişimdir.

Bir gün bu yazıyı okursa diye söylüyorum:
Sevgili Liya, senin adın anne olmakla eş anlamlı.
Ve senin gibi anneler oldukça, dünya hala yaşanmaya değer bir yer demektir…

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir