Nazım Turan & Altın Puding ve Bir Tahtın Hikâyesi
Yılın son günleri…
Romanya’da kış daha ağırdır; sokaklar erken kararır, zaman biraz daha yavaş akar. Tatil ile muhasebe arasındaki o tanıdık eşikte, insan ister istemez yaşadığı coğrafyanın hikâyelerine kulak kesilir. Ben de bu günlerde, içinde yaşadığım bu ülkenin geçmişine ait küçük ama anlamı büyük hikâyeleri paylaşmak istiyorum. Büyük savaşlardan, antlaşmalardan değil; bir tabak yemekten, bir köy evinden, bir ilk karşılaşmadan söz eden hikâyeler bunlar.
Bu yazı da onlardan biri…
Romanya’yı bir devlet olarak şekillendiren isimlerden birinin, bu topraklarla kurduğu ilk bağa dair, sade ama çok şey anlatan bir hikâye.
***
Geleceğin Kralı I. Carol, Romanya topraklarında geçirdiği ilk gecelerden birinde, bir köy evinde kendisine ikram edilen yemeği büyük bir iştahla yer. Önüne konan şey, buharı üstünde, sarı rengiyle göz alan bir mămăligădır. Ne olduğunu bilmez. Rengine, dokusuna bakar; onu ince, rafine bir tatlı, adeta bir “altın puding” sanır. Ve keyifle yer.
Sonradan öğrenir ki bu yemek, yoksul Romen köylüsünün temel gıdasıdır. Çoğu zaman ekmek dahi bulamayan insanların, mısır ununu kaynatarak yaptığı, sade ama onurlu bir sofranın merkezidir.
Mayıs 1866’da Romanya’ya gelişi, Carol için bir saray yolculuğu değil; uzun, zahmetli ve gizli bir seyahattir. Avusturya İmparatorluğu ile yaşanabilecek siyasi gerilimler nedeniyle sahte bir isimle, incognito seyahat eder. Taşsız yollar, yoksul köyler, mütevazı evler… Daha Bükreş’e varmadan, yönetmeye hazırlandığı ülkenin gerçekliğiyle yüz yüze gelir. Bu temas ne süslüdür ne romantik; ama son derece gerçektir.
O gece konakladığı köy evinde, ev sahipleri misafirlerinden onur duyar ama yoksulluklarından utanırlar. Sofraya koyabildikleri tek şey vardır: Kazandan yeni alınmış mămăligă ve biraz peynir. Carol’un “altın puding” sandığı yemek, işte bu sofranın ürünüdür.
Efsaneye göre yemeği bitirdikten sonra adını sorar. Bunun basit bir mısır unu lapası olduğunu ve köylünün temel yiyeceği sayıldığını öğrendiğinde hayal kırıklığı yaşamaz. Aksine, bu sadelik onun karakteriyle örtüşür. Bu an, Carol’un Romanya ile kurduğu bağın sembolik başlangıcı olur.
48 yıl süren hükümranlığı boyunca mămăligă sofralarından eksik olmaz. Rivayet edilir ki Peleș Şatosu’nda verilen resmî davetlerde bile, zaman zaman aşçılardan peynirli ve yumurtalı mămăligă ister. Batılı diplomatlar şaşkındır; fakat Carol için bu tercih bir nostalji değil, bir duruştur.
Çünkü bazen bir ülkeyi anlamak için anayasal metinlerden, saray protokollerinden önce; bir köylü sofrasına oturmak gerekir. Carol’un “altın pudingi” tam da bunu anlatır: Gücün gösterişte değil, sadelikte; yönetmenin ise mesafede değil, temas kurmakta anlam kazandığını.
Ve bazen bir tahtın hikâyesi, bir tabak mămăligăyla başlar.
***
Yeni yılın, sade ama anlamlı sofralar gibi;
gürültüsüz ama güçlü,
samimi ve kalıcı bağlar kurduğumuz bir yıl olması dileğiyle…
İyi seneler.

