Yunus AKKAYA- BERATIMIZI ALABİLMEK İÇİN…

BERATIMIZI ALABİLMEK İÇİN…
Yunus AKKAYA
(Din Hizmetleri Müşaviri)


On bir ayın sultanı, rahmet ve mağfiret ayı, Kur’an ayı Ramazan-ı Şerife çok az bir süre kaldı. Ramazan ayı öncesi son kandil olan Berat Kandilini önümüzdeki cumayı cumartesiye bağlayan gece hep birlikte idrak edeceğiz. Bu gecenin vatanımız, milletimiz, Müslümanlar ve bütün insanlık için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimizden diliyorum.
Berat kelimesi; suçtan, hata ve kusurdan berî olmayı günahlardan kurtulmayı ifade etmektedir. İşte Berat gecesi de Cenab-ı Allah’ın rahmet, mağfiret, lütuf ve ihsanının bol bol tecelli ettiği, kendisine yönelen el açıp af dileyen, ibadet ve tâatta bulunan mü’minleri affedeceği mübarek bir gece olduğu için bu geceye Berat Kandili denilmiştir.
Şüphesiz af ve mağfiret dilemek, tövbe etmek için belirli bir zamana ve mekâna ihtiyaç yoktur. Bununla birlikte bazı vakitlerin ve bazı mekanların diğer zaman ve mekanlardan daha bereketli kılındığı ayet ve hadislerde ifade edilmiştir. Bu durum Yüce rabbimizin biz müminlere büyük bir lütfu ve ikramıdır. Gece seher vakitlerinde dua edenlerin Kur’ân’da övülmesi, Efendimiz (s.a.s.)’in her gecenin son üçte birinde dua edenlerin dualarının kabul olacağını müjdelemesi bu mübarek vakitlerin önemini ifade eden güzel örneklerden bazılarıdır.
Kullarına karşı sınırsız şefkat ve merhamete sahip olan Yüce Rabbimiz, Kutlu Nebi (s.a.s.) ve etrafındakiler üzerinden bizlere şu müjdeyi vermiştir: “(Ey Muhammed) Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman de ki: ‘Selam olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O(Allah), çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” (En’âm 6/54).
Berat gecesi yapılacak ibadet, dua ve yakarışlarımızın bizleri günahlardan temizleyeceğini ve affedilmemize vesile olacağını Allah Rasulü (s.a.s.) ne de güzel ifade etmiştir:
“Şaban ayının on beşinci gününü oruçlu geçirin. Gecesinde ise ibadete kalkın. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teala (keyfiyetini bilemediğimiz bir hâlde) en yakın semaya tecelli ederek fecir doğuncaya kadar: “Bağışlanma dileyen yok mu? Onu bağışlayayım. Rızık isteyen yok mu? Ona rızık vereyim. Belaya duçar olan yok mu, ona afiyet vereyim…” buyurur ( İbni Mâce, İkâmetüs-salavât, 191).
Mevla’mızın affı olmadan arınmak, merhameti olmadan kurtuluşa ermek mümkün müdür? Hz. Âdem ile eşi Hz. Havva’nın, yasağı çiğnediklerinin farkına vardıklarında, “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.”(A‘râf 7/23; Bakara 2/37) şeklindeki pişmanlık dolu gönülden niyazları üzerine Yüce Allah tövbelerini kabul etmiştir. O günden bugüne kadar af kapısı hep açık olmuştur ve insanlık var olduğu sürece de açık kalacaktır. Yeter ki eller, gönüller, zihinler o kapıya yönelsin.
Bu gece aynı zamanda tefekkür gecesidir. Biz bu dünyada niçin varız? Bu alem niçin yaratıldı? Kainattaki bu düzen ve nizam kimin eseri? Bu âlem kendiliğinden boşu boşuna yaratılmış olabilir mi?
Şüphesiz ki tabiatın kendisi, incelenip ibret almaya değer ilâhî bir mûcizedir. Hayalimizle dahi kuşatamayacağımız kadar uçsuz bucaksız genişliğe sahip olan, her birinin kendine has özellikleri bulunan ve birbirine çarpmadan uzay boşluğunda hareket eden gök cisimlerinde elbette aklıselim sahipleri için alınacak ibretler vardır. Bu cisimlerin yaratılışı, uzay boşluğundaki hareketlerini sağlayan sistemi, gece ile gündüzün değişmesi, özellikle canlıların ve bitkilerin faydaları üzerine düşünen bir akıl, mutlaka bunları yaratan sonsuz bir gücün varlığını kabul eder, bu muazzam sistemin boşuna yaratılmadığını anlar, işte o zaman bu güç karşısında aczini anlar, hayranlık ve kulluk duygusuyla eğilir; gönlünü o yüce kudrete arz ederek niyazda bulunur. Kişi böyle bir düşünce düzeyine ulaştığında sorumluluk duygusu daha da artar ve dünyada günah işlemekten sakınır; âhirette de cehennem azabından koruması için yüce Allah’a sığınır ve O’na dua etmeye yönelir.
Yine bu gece kalbimizi yoklayalım, kendimizi muhasebe edelim. Günahlardan dolayı pişmanlık duyup Âdem misâli yüreklerimizde bir nedamet, Yaratan’a karşı bir mahcubiyet hissediyor muyuz? Hayatımızda dünya-ahiret dengesini kurabildik mi? Yoksa dünyanın hengâmesinde kendimizi kaybetmiş durumda mıyız? Bütün bu soruları kendimize sorarak muhasebe edelim.
Berat gecesi af dilemenin, arınmanın, elleri duaya, gönülleri semaya açmanın, doğrudan doğruya Rabbimize yönelip mağfiret iklimine girmenin vaktidir. Bu iklim mahrem yakarışlara, ulvî hüzünlere ve gözyaşı dökmeye gebedir. Bu gecede akacak gözyaşları çöküşün değil, kalbin yeniden hayat buluşunun sembolüdür. Çiçeklerin filizlenişinden önce toprağın neme doyması gibi, yeniden doğuşun bir hazırlığıdır bu gözyaşları.
Bu gece, kalbimizin en derin yerinden Rahman’a doğru bir yol açma zamanıdır. Bu mübarek gecede; Kur’ân’da örnek gösterilen has kullar gibi “Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır. Şüphesiz, orası ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır” (Furkân 25/63-66) diye niyazda bulunmak, tövbe ederek günahlardan arınmak ve Allah’a kulluğun tadına varmak ne büyük bir mutluluktur!
Bu duygu ve düşüncelerle Berat Kandilinizi tebrik ediyor, kandilin bütün Müslümanların affına ve insanlığın huzur ve mutluluğuna vesile olmasını Hak Teala’dan niyaz ediyorum.

0 Paylaşımlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir